EĞİTİMDE LAİKLİK
TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ XIV. EĞİTİM TOPLANTISI
Zamanında gelemediğim için özür diliyor, sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum; toplantının başlangıcında bulunamamak benim için büyük bir eksiklik. Ama, gönlüm hep burada idi. İstanbul'da zorunlu bir toplantıda idim; sonunda da olsa sizlere ulaşmaya çalıştım. İnşallah burada yapılan konuşmaların, eleştirilerin, yayınlanması aşamasında birlikte oluruz ve bu tür toplantıları daha yaygın hale getiririz. Böylece, Türkiye'nin kavram kargaşasındaki açmazının, çıkmazının ve bundan dolayı oluşan kutuplaşmaların giderilmesi konusunda bizim de birazcık katkımız olur. Bu olanağı sağladığı için başta Sayın Yüce'yi yürekten kutluyorum. Zamanlama açısından yüzde yüzdür, çok doğru ve isabetlidir Yaşayan insanlar, yaşamanın bedelini ve sevincini onu savunabilme oranında verirlerse, çağdaş olurlar, uygar olurlar diye düşünüyorum.
Goethe (Alman yazar, 1749 - 1B32) "Bilmek önemli onu yapabilmek, uygulamaya koyabilmek çok daha önemli ve erdemlidir" diyor. Bilenlerin bildiklerini söylememesini de toplum için, insanlık için felaket olarak görüyor. Çok şükür ki, Türkiye bir zamanlar sadece konuşan, tek yanlı konuşan hep aldığı eğitim, okuduğu gazete veya okuyabildiği yayının etkisi altında aldıkları ile yetinen, konuşan, sadece konuşsa yeter, ama suçlamaya kadar vardıran, insanları ayıran, bölen dönemleri de yaşadı, geçirdi......
Bakın, şimdi geldiğim süreden beri izliyorum, ne kadar sert sorular sorulmuş; ama onlara ne kadar yumuşak cevaplar verildi, savunmalar yapıldı. Demek ki demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olan, özü olan "hoşgörü" giderek gerçekleşiyor. Bu, büyük bir gelişmedir bizim için, çünkü biz asker milletiz, hani bildiğimizi savunuruz ya sonuna kadar... Böyle gelmişiz ama böyle gidilmiyormuş demek ki... Bunun bilincine varmak da bizim için büyük avantaj. Devlet kavramını temsil etmek için sadece bilgili olmak yeterli değildir. Profesör veya ordinaryüs profesör olun, şayet bilgi birikimim almış, ama bilgeliğe ulaşamamışsanız, sadece ders veren, aktaran ya da tercüme yapan hoca durumunda kalırsınız. Bilgi birikiminin üstünde onun sentezini yapıp, onu ışık alarak, o toplumun sorunlarını, insanının gereksinmelerini ve geleceğine yönelebiliyorsanız, o zaman bilgelik denen, olgunluk denen döneme ulaşırsınız, mükemmeliyet kazanırsınız. Bunun için de kavramları iyi anlamak, iyi tartışmak ve herkese inanmamak değil, herkesi dinlemek, her şeyi okumak, içinden; sizi kendi kendiniz yapabilecek, kendi kendiniz olmanızı sağlayabilecek sentezleri çıkarabilmek gerekir. Eğitim, bize sadece geçmişi, kültürü, bilgiyi aktaran, kalıpçı bir anlayış kazandırmamalı, kendi kendimiz' olmamıza yardımcı olmalı, kendi kendimiz olmamızı sağlayabilecek sentezleri yapabilmeyi kazandırmalıdır. Eğitim bize bunu sağlamalıdır. Son zamanda sıkça kullandığımız,
*Bildikleri ile bilinenlerle yetinmeme,
* Bilinenlerle bilinmeyenleri arama,
* Üretilenlerle yetinmeme,
* Satın alma ile teknoloji transferi yapmama,
* Üretilenlerle, üretilemeyenleri üretme,
* Bilgi toplumu olma,
* İleri teknoloji üretme
vs. gibi çağı örnekleyen özellikler...
Bu konuda çok uzun konuşmak gerek, ancak, fazla zamanınızı almaktan çekiniyorum ve esas konumuza girmek istiyorum.
Laiklik, din hürriyeti, çağdaşlaşma...
Laiklik kavramı bizim kavramımız değildir. Belki sıkıntı da oradan geliyor. Batı kültürünün kavramı. Nasıl kazandı acaba laikliği batı kültürü? Batı iki yüzyıl mücadele sonunda kazandı. Demokrasiye ulaştığı gibi, insan hakları, özgürlük, eşitlik mücadelesinde olduğu gibi, bir yığın mücadele sonucunda, o kavramı elde edince de laikliğin de ne olduğunu bildi. Biz kolay alıyoruz, onun için de her şeyi çok kolay eleştiriyoruz. Emeğimiz yok, emeğe, en büyük güç, en yüce değer falan deriz, uğruna da bir yığın kişileri sürükleriz ama emeksiz almaya alışmışız, alın teri, emek olmazsa birbirimizi suçlamak da kolay olur.
Oysa demokrasi, insana verilen değer, insanın mutluluğu, genel amaç, ana ilkesi, özüdür.
* İnsana değer vermeyen demokrasi, demokrasi mi olur?
* Eğitim, eğitim mi olur?
* Yönetim, yönetim mi olur?
İnsan için değil midir bütün bunlar? Bu kavramlara baktığımızda Yunus Emre'nin insanlığa ışık tutmuş olan sözünü unutmamalı ve hoşgörülü olmalıyız.
"Yaratılanı hoş görmek Yaradan’dan ötürü" sözünü ilke edinmeliyiz.
Her kitaba inanmak, kanmak mı? Ezberlemek, onun militanı, sempatizanı olup da tek yönlü gitmek mi? Hayır ona da şüphe ile bakmak, eğitimde, bilimde onu vereceksiniz. Hele hele üniversite eğitiminde. En çok üniversite mezunları yapıyor bu işi. Eleştirici bir dimağ ve medeni cesaret sahibi olmak, Türk Eğitiminin veremediği bir noksanlık. Vereceksiniz ama, onu öylesine bilgi birikimi, öylesine doğruluk üzerine vereceksiniz ki, çocuklar farklı görüşleri, farklı düşünceleri, farklı fikirleri, düşman fikir sanmasınlar. Zaten o sanılmazsa sorular da ona göre sorulur. Yani bir şeyleri aramak acabaları bulmak için sorulur...
Laikliğe geliyorum. Laiklik kelimesi Fransızca "laique" kelimesinden gelmektedir. Kelimenin Latince aslı ise "laicus" olup, sözlük anlamıyla, ruhanî olmayan kimse, dinî olmayan şey, fikir demektir. XXI Bize, Anayasaya, 1928'de rahmetli İsmet Paşa'nın önergesiyle ama 120 imza ile, ondan öncesi var meşrutiyetle girdi; aslında o tanzimat olayları, büyük olaylarla girdi. İlk kullanan da Ziya Gökalp'tir ve dilimizde "lâdinî" lik olarak yer almıştır. Din dışı, ruhanî olmayan, fikir ve kurum olarak.
Daha o zamanda pejoratif anlamda dinsizlik olarak telakki edilip, kötü anlamda gösterilmiş ve hep düşmanlık saymışız. Oysa, laik teriminin din düşmanlığı ve dinsizlikle bir ilgisi yoktur, o zaman Müşir Ahmet Paşa çıkmış yanlış anlaşılmasın diye, "Lâ rehbanî" yani ruhbanla ilgisi olmayan terimini kullanmıştır.
Bazı din çevreleri, "laisizm" ile "laiklik"i aynı anlamda görmüşler, kökte birlik var ama aynı şey değil, eşit değil. Laiklik ve laisizm birbirinden çok farklı iki terimdir.
Laiklik daha ziyade hukukî bir mefhumdur. Laisizm ise, bir mezhebe, bir doktrine, felsefi bir içtihada bağlılığı ifade etmektedir.
Laisizm de doktrinel ve pejoratif olmak üzere, iki anlamda kullanılır.
Doktrinel anlamda laisizm, laik hareket ve cereyanlara, laik fikir akımlarına bağlılığı ve taraftarlığı gösterir.
Pejoratif anlamda laisizm ise, özellikle bazı dinî çevrelerde, dine aykırı, dine düşman bir hareket anlamını taşır.
İşte, bazı dinî çevreler, pejoratif anlamda düşünüp yanlış kullanıyorlar ve laik dediniz mi, neler neler demiyorlar ki... Basın olmasa daha rahat konuşacağım. Çünkü kelimelerin tam anlamını koymak lazım. Oradan birisi işine geleni seçiyor. Haber o oluyor, diğer temeller gidiyor, ondan sonra onun hesabını siz veriyorsunuz... Ben öyle tekzip, mekzip yapmam, Ben Avni Akyol'um, hayatım belli, açık seçik...
Sayın Prof. Dr. Bozkurt Güvenç ve arkadaşlarının birlikte hazırladıkları nefis bir araştırma inceleme kitabı var; dört yıldır üzerinde çalışılan ama beş yıldır bastırılamayan. Kitabi 'basma şerefi bana nasip oldu. Bu 'kitabı lütfen okuyun... Fevkalâde bir eser. Millî Eğitim Akademisinin temel atma töreninde Sayın Cumhurbaşkanına da gösterdim. Bakın orada, neden bahsediliyor.
Japon Eğitimi’nin Felsefî Temelleri, "Nihon na Kokoro" kavramına ve inancına dayanır. Nihon na Kokoro, kelime, kelime Türkçe’ ye çevrildiğinde "Japon Ruhu" ya da "Japonluk Ruhu" anlamına gelir. Japonluk ruhu nedir? Tercüme değil, gerçek araştırma, inceleme. Türkiye'nin gerçekleriyle karşılaştırılan nefis bir eser. Biz araştırma yapmıyoruz, hep kopya çekiyoruz. Çocuklar, çektiği zaman sınıfta kalır, diğerleri yaptığı zaman büyük adam olurlar. Bu yüzyıllar boyu böyle devam etmiş...
Çağdaşlık nedir? Hocalarımız çok güzel tanımladılar. Çağdaşlık pek çok şey dersiniz; ama tek değişmez, ortak karakteristik nitelik ve özelliği insanın kendi kendisi olabilmesidir. Her şeyi yapabiliriz ama insan ruhunu asla satın alamayız. Para ile pul ile aldık gibi oluruz, aldanırız, kanarız, oysa bildikleri yolda ilerler giderler, gerçek odur. Onun için çağdaşlık, insanın kendi kendisi olabilmesi ve kendisini savunabilmesidir. İşte "Kokoro"' demek, insanın kendi kendisi olabilmesi demek. Çok güzel yorumlamışlar. Atatürk’ün bizlere seslenen ünlü "Öğün, Güven, Çalış" sözünü hatırlatıyor. Bu ruhla giriyor birinci sayfaya hoca, son sayfasına kadar da öyle gidiyor. Sonunda da Japon eğitiminin çağdaşlığa uyarlanan 10-15 tane daha özelliği var. Nefis şeyleri de orada görüyoruz... Biz söylediğimiz zaman ifrat, tefrik meselesi oluyor. Orta Asya’ya mı gidiyorsun, yok' canım gitsen de yaşayamazsın orada... Bizi Orta Asya'dan buraya getiren ruh meselesidir. Benim ruhum nerede ise vatanım orasıdır, duygu ve düşüncesini verebilmek...
Din, bilimsel gerçek olduğu için söylüyorum. Birçok yerde de ifade ettim. En çok din, en çok devlet değiştiren Milet kim? Araştırın bulun, bu sorunun cevabı çok kolay; o biziz. Hocanın kitabında da ifade etiği gibi değişim süreci, değişim teorisi. Değişmezseniz biraz önce ifade ettiğim gibi ölürsünüz, yok olursunuz, tarihten silinirsiniz, ya da esir olursunuz, mahkum olursunuz, uydu olursunuz, teslimiyetçi olursunuz, çağdışı kalırsınız. Teslimiyetçi olmak da aşırı egemenlik de hastalık. Yok mu bunun sağlıklı, dengeli olabilen yapısı, özelliği? İşte bu ruhu vermek istiyoruz çocuklarımıza. Onun da ilacı, harcı, mayası, her şeyi laikliktir. Türkiye'nin mozaiği, güzellikleri, özellikleri, yapısı, bugünü, yarını ve geleceği açısından vazgeçilmez temel ilkesi laikliktir.
Dindarlar için laiklik güvencedir. Dindar olmayan ama dine saygılı olanlar için teminattır. İnananlarla inanmayanları bir arada tutan laikliktir...
İnsana, insan olarak değer vermek; aklına ve kendine değer vermektir. Bu çağı, bilgi toplumu çağını, ileri teknolojiyi kim yarattı? Yaratanın yarattığı yarattı. Yanlış yorumlanmasın diye ifade ediyorum; insana verilen değer, aklına verilen değer, kendisine gösterilen saygı, tanınan özgürlük, ona verilen dinamik ortam, sınırlandırmayan, itmeyen, kakılmayan, onu kendi dünyası içinde hapsetmeyen ortam...
Laiklik, batıda hızla gelişiyor. Tabii her ülke bu gelişimi kendi olanaklarına göre, kendi’ benliğine göre, Atatürk’ün deyişi ile kendi düzeyine, karakterine göre gerçekleştirmeli...
Zekâ aklın ürettiğini tüketiyor. Üreten, yaratan yücelten, akıl; ondan işine gelenleri seçen zekâ. Onun için akıllı adamlarla, zeki adamlar arasında büyük fark var. Ama biz onun da farkında değiliz. Kısa zamanda bir şeyler yapana aman ne kadar parlak diyoruz, sonu gelmiyor. Sonuna doğru gidemiyoruz veya sonu birleştirici, toplayıcı olmuyor.
Evet, biz bunları görmek istemiyoruz, bunların hepsini bırakıyorum. Oysa din özgürlüğü ne zaman girdi? Din ve dinsizlik nedir? Bunlarla ilgili notlarım var. Hem de kimsenin itiraz edemeyeceği hocalardan. Abadan'dan tutun, Sıddık Sami Hocaya kadar... Sonra yanlış anlaşılmasın diye Kur'an-ı Kerim'den de sözler var. Bunları Meclis'te de söyledim. Dinde zorlama yok diye, Allah'la kul arasına girilmez diye, Allah, dini zorla tebliğ etmeyi peygamberimize dahi vermemiş. Bazılarına ne oluyor? Ama araya giriyorlar, aşıyorlar ve ihanet ediyorlar.
Dinde asla zorlama yoktur, tiksindirme yoktur, uzaklaştırma yoktur. Sevdirme vardır...
Burada profesörler de var. Ben sınırımı aştım, ilahiyatçı değilim. Ama gerçek odur ki, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Neden araya giriyorsunuz? Yani insan laikse Müslüman değil mı? Yobaz, softa olmadan, Müslüman olamaz mıyız? Yobazlık ve softalık, gerçek Müslüman olmanın hiyerarşisi, kademeleri midir?
Rahmetli Ali Fuat Başgil'in "Laiklik ve Din" kitabını açıp okuyun, orada ne diyor?: “... dinin bir tek düşmanı vardır. O da taassuptur, softalıktır.” Biz okumuyor, anlamıyor veya anlam azlıktan, görmezlikten geliyoruz, o daha çok Müslüman, ben daha çok Müslümanım diyoruz. Oysa bir insanın imanından şüphe etmek günahların en büyüğüdür. Sana mı kalmış herkesin imanından şüphe etmek, kimden yetki aldın? Yüce Allah'ın bu yetkiyi peygamberinden esirgediği, bu görüş karşısında nasıl böyle düşünürsün veya aracı olursun, çevre oluşturursun...
Biz Atatürk Türkiye'sinde millî eğitimde, hukukta, devlet hayatında ve demokraside, hayatın her safhasında laikliği vazgeçilmez temel olarak savunuyoruz. Bir soru oldu onu yazdım, Sayın Araş Hanımefendinin sorusu idi veya ona sorulan bir soru idi, bugünkü iktidar laikliğin altını oyuyor. Merak etmeyin, oydurtmayız.
Burada gelecek alkışlar için söylemiyorum onu. Diyorum ki; bu konudaki mücadelemi, bu konudaki tavrımı biliyor kamuoyu... Türkiye Cumhuriyeti Mili Eğitim Bakanı olarak en son gelişmeler içinde çağdaşlık şudur. Çocuklarımız kendi kendisi olabilsin hem teklik içinde mutlu hem birlik içinde mutlu yürekli olsun, birlikte dayanışma içinde her şeyi yapsın başarsın diyorum. Hem de bireycilik gürdünüz, toplumculuk gürdünüz, demek ki sentezine varmak gerek. Demek ki insanı insan olarak kabul etmek gerek, onun için de insanı sevmek gerekiyor. İnsanı insan yapan en yüce duygu, en kutsal nitelik sevgidir. Sevgi ile gitmeliyiz. Bazı kafalar şartlanmış olabilir, bazı kafalar, vücutlar satın alınmış olabilir, bazıları millet gerçeği ile ümmet gerçeğini karıştırmış olabilirler, olmaktadırlar, varlar. Bazı kafalar tarihi gerçeği bilmeksizin Humeyni kafasına ve anlayışına teslim olmuş olabilirler, bunların varlığı bizi yıldırmamalı, toplumun düşmanı cehalet, cehaletin düşmanı öğretmen ve eğitim. Bilerek seçtik, bilerek geldik, bu çocukları böyle yetiştireceğiz, çaresi yok. Çaremiz yok. Onurlu yaşamak için, gururlu yaşamak için, kültürel kimlik içinde varlığımızı sürdürmek için, çağdaş olmak için, yeni olmak için... Atatürk nesli öğretmenler büyük yokluklar içinde gereğini yaptılar. Bize yeni bir hamle gerek, yeni bir ruh gerek. Eğitimde bu düşünceyi vermek gerek. Sadece eğitimi öğretmene bırakmamak gerek, onu ifade ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanı'nın yanında da ifade ettim, bu çağda her şeyi okuldan ve Millî Eğitim Bakanından beklemek bir gaflettir. Aile eğitimi temel olmalı. İnsan özgürlüğü uğruna demir perde yıkıldı, kim yıktı onu? Bilgi yıktı, teknoloji yıktı, onu üreten en ileri toplumlar çok mu mutlu Amerika’sı? Hayır, 250 milyonluk bir millet, bütün ülkelerden en ileride. Bush'un 2000'li yıllar için hedef olarak hazırlattığı bir rapor var. Araştırma yapıyorlar. Japon Sistemini, mucizesini ve gerçeğini görünce telaşla biz nereye gidiyoruz diyorlar, dünya pazarlarını kaybederiz telaşına kapılıyorlar. Endişe de o. Ne yapmalı, raporun adı “Tehlike Karşısında Bir Millet” çoğunluk bilmiyor herhalde. Kendileri için yazıyorlar. İki binlere hazırlanma hikayesi, ikisini söyleyeyim de anlayın durumunuzu. İki bin yılında ortaöğretim de okula devam oranını kaça yükseltmiş olmalıdır dersiniz? Amerika, bu bir ay önceki rapor, hocalarda da yoktur, sadece yakın temasta olduğum hocalarda vardır, yani kaç tahmin edersiniz, çocuklar söylesin, olur mu efendim dersiniz içinizden Amerika bu, herhalde yüzde yüz dersiniz değil mi? İki bin yılında yüzde yüz hiç olmazsa, demek ki yüzde 90 kişi dersiniz, yüzde 90'a çıkarmayı öngörüyor. İki bin yılında ortaöğretime devamı, yüzde 90'a çıkarmayı hedef alıyor. Çünkü bugün yüzde 30, çocuklar okuldan kaçıyor, kopuyor, bağımlılıktan, sosyal bunalımdan v.b. Bu çok acı gerçekler var raporlarında, ama söylemesini biliyorlar, çözüm arıyorlar. Sonra altıncı hedefleri var ki, Amerikan toplumunun şaşırırsınız. Her aile, anne-baba çocuğuna sahip olmalı, onu yalnız bırakmamalı, bağımlılıktan, eroinden, çeşitli sapmalardan koruyucu tedbirleri almalı okullar da bunun merkezi olmalı diyorlar. Amerika’nın altıncı hedefi; güvenli, disiplinli ve uyuşturucudan arınmış okullar, 2000 yılında her Amerikan okulu uyuşturucudan ve şiddetten arınmış olacak, öğrenmeye elverişli, disiplinli bir ortam oluşturulacak. Amerikalı bütün çocuklar da öğrenmeye hazır olarak okula başlayacaklarmış. Bir son söz söyleyeyim. Orta dereceli okullardan üniversiteye gidenlerin altıda biri okumadan, beşte biri yazmadan, dörtte biri matematikten bir yıl eğitim yapıyorlar, sonra devam ediyorlarmış, kendi raporlarına göre. Mississippi onun için reform kanunu çıkardı. Amerika gibi bir toplumda politikacılar ve devlet adamları şimdiden önümüzdeki yılların hesabını yapıyorlar, onun adına da XXI. yüzyıl korkusu diyorlar.
Biz de artık şu kavram kargaşasını bırakmalıyız. Milletler güneşin ötesini düşünmeye, yaşamaya başladı hâlâ biz din, devlet, laiklik, Atatürkçülük; yani insan olmak, medenî olmak varken, en yüce varlık şu evrende insan iken onu düşüncesinden, duygusundan dolayı kınamak kutuplaştırmak niye, niçin? Kime hizmet ediyor. Böyle anlamalıyız laikliği ve laikliği savunmalıyız. Eğitimde sevgiye, akla, bilime, tekniğe dayanan çağdaş, demokratik ve laik ilke ve değerleri birbiriyle uyumlu bütünlük içinde egemen kılan sorumluluk duygusunu veren bir eğitim sistemi. Bu nasıl olacak? Kimlikli, kişilikli, bilinçli, kendi kendine yeten ve güvenilir, araştırıcı, eleştirici gibi bir yığın güzel lafların ötesinde şemsiye, laik olacak, akılcı olacak, çağdaş olacak bu insanı yetiştirmek zorundayız.
Sayın Başkana ve sizlere sabrınızdan dolayı teşekkür ederim. Sağolun.
29-30 Kasım 1990
* Milli Eğitim Bakanı
Sayın Avni AKYOL, bu konuşmasını toplantının sonunda yapmıştır.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI AVNİ
AKYOL'UN KONUŞMASI
1990 senesinden bir konuşma. Aradan geçen 35 sene.
Halkı eğitirseniz oylarınız düşebilir ama 4000 yıl geçmiş, hala ayakta olmaya çalışan bir Türkiye var. 2000 yıl önce Sokrates; “Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız cehaletin bedelini düşünün” demişti. En son eğitilenler, okuduğunu anlamakta %50nin altına düşünce, sözün doğruluğu anlaşılıyor.
240318