Öyle mi?

APH-2411

Değil sivil okullarımız, askeri okullarımızda bile Kurtuluş Savaşı anlatılırken silah ve cephane ile akaryakıtın Sovyetlerden tedarik edildiği bizlere öğretilmedi. Zira Marshall Yardım Planı ve Truman Doktrini gereğince Türkiye Cumhuriyeti Ruslara düşman olmalıydı. Onlar komünist idi. Nasıl olurdu komünistlerin yardımıyla Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş olabilirdi? Halbuki gerçek tam da buydu. Sovyet devrimi ile Türk Kurtuluş savaşı, tarihin o safhasında emperyalizmin boğmak istediği iki kader arkadaşı idi.

24 Ağustos 1920 günü Bekir Sami Bey Başkanlığında Moskova’ya giden ilk TBMM Heyeti ile Sovyetler arasında imzalanan yardım antlaşması gereğince askeri yardımın deniz yolu ile yapılmasına karar verildi. Bölgede bulunan, 5 ton üzeri büyüklükte 28 geminin toplam taşıma kapasitelerinin takriben 7800 ton olmasına karşılık, Sovyetler Birliğinin Batum, Tuapse ve Novorosysky limanları üzerinden, Ağustos 1922’ye kadar 200 irili ufaklı deniz vasıtası ile İnebolu, Trabzon ve Samsun limanlarına 46 ayda toplam 300,000 ton harp malzemesi taşındı ve Kurtuluş Savaşı destanı yazılabildi. Alemdar ve Gazal römorkörleri ile Şahin Vapuru, Rusumat-4 Gümrük Motoru ve diğer tekneler Anadolu’nun Karadeniz’deki can damarını oluşturdular. Özellikle I. İnönü savaşında elde edilen askeri başarıdan sonra artarak devam eden Rus lojistik desteği, Kurtuluş Savaşının kaderini belirleyen ana eksen oldu.

Kurtuluş Savaşının denizler üzerindeki bu lojistik cephesinde İstanbul’dan Anadolu’ya kaçan bir avuç deniz subayı ve o dönemde silah altına çağrılan Karadenizli takacılar görev aldı. 1919-1922 arasında Bahriye Mektebi mezunu 159 güverte, 68 makine ve bir inşa iye subayı ile beş denizci doktor Anadolu’ya kaçtı ve işgalcilerle işbirliği içindeki Osmanlı Donanmasını terk ederek namus cephesine katıldılar. Toplam 233 denizci Kurtuluş savaşının kaderini değiştirdi. O dönem muvazzaf olan kabaca 1500 subay içinde, sadece 233 kişi. Diğerlerinin çoğu Haliç’teki kıçtankara gemilerini ve İstanbul’daki sıcak yuvalarını terk etmedi.

Türk denizcisinin sayesinde Atatürk, “gözüm Sakarya’da, kulağım İnebolu’da” diyebilmişti. Kurtuluş Savaşı’nda ikmal teşkilatının başında bulunan Korgeneral Muzaffer Ergüder’in, 1925 yılında bu başarı için sarf ettiği “Kurtuluş Savaşı’nda bir avuç deniz subayımız olmasaydı ne İnönü’ler ne Sakarya ve ne de Dumlupınar ve de dolayısıyla Kurtuluş Savaşı olmazdı” sözleri gerçeğin ta kendisi idi.

Cem Karaca ‘’Kavga’’ isimli şarkısında işte bu denizcileri anlatır.

Üç kardeş emaneti aldılar bir dereden

İlyas, Temel, Süreyya kürekler siya siya

Emanet makinalı, tüfekler hoçkis marka..

… …

Hatçe, Ümmü, Gülizar kıyıda bekliyorlar

Sırtlayıp tüfekleri cepheye taşımaya

Cepheye taşımaya, cepheye taşımaya

Tarihçi yazar Mehmet Perinçek, geçen haftalarda Kırmızı kedi yayınevinden çıkardığı yeni kitabı ‘’Uçak Gemisi Büyük Taarruzun Meçhul Denizcileri’’ ile işte bu kahramanları anlatıyor. (Kitabın tanıtım filmi, Youtube’da ‘’Uçak gemisi tanıtım filmi’’ yazıldığında kolayca çıkıyor.) Akışı ve kurgusu film tadında olması için senaryo ve çizgi roman formatında Kurtuluş Savaşı Donanmasının kahramanlarını anlatan bu kitabın, bir sinema filmi olarak karşımıza çıkması en büyük dileğimdir. Halkımız o zaman gerçek ‘’Survivor’’ların kim olduğunu görecektir! Büyük taarruzun kaderinde etkili olan, Almanya’dan alınıp Rus limanı Novorosysky üzerinden Şahin Vapuru ile Trabzon’a taşınan uçakların macerasına dayanan senaryoda, denizcilerin değişik gemilerde ve karada yaşadığı tarihe geçmiş pek çok kahramanlık öyküsü de okuyucuya keyifle aktarılıyor. Okurken zaman zaman heyecan ve endişe duyuyor, bazen acı çekiyor ama sonunda kitabın kapağını gururla kapıyorsunuz. Bugüne kadar egemenlerin öksüz bıraktığı isimsiz kahramanları 100 yıl sonra hatırlayan Mehmet Perinçek, Yıldırım Örer ve Alper Pala’ya takdirlerimi sunuyorum. Mehmet Perinçek, bu eser haricinde Atatürk dönemindeki Atatürk ve Lenin’in kurduğu Türk-Rus dostluğunun güçlü temellerini de Rus arşivlerine girerek ortaya çıkarmış bir bilim adamıdır. Bu belgeler sayesinde bugüne kadar bilinmeyen pek çok gerçek satha çıkmıştır. Örneğin bu dönemde Ankara Hükümeti ile Ruslar arasında Sivastopol-İnebolu ekseninde gerek diplomatik heyetleri gerekse kuryeleri taşımak üzere, AG-23, AG-24 ve AG-25 isimli denizaltıların görev yaptığı onun kitapları sayesinde öğrenilmiştir. Uçak Gemisi isimli bu yeni kitap, günümüzün karmaşasında Türk-Rus düşmanlığını körüklemeye çalışan hem içimizdeki hem Rusya’daki maceracılara iyi bir ikazdır.

E. Amiral Cem Gürdeniz

İtilaf Devletleri'nin onayı ile Yunanlar, 22 Haziran 1920'de saldırıya başladı ve 'Milne Hattı'nı geçtiler. “Milne Hattı”, Paris'te ortaya konan Yunanistan ile Türkiye arasındaki sınır çizgisi oldu. Batı Anadolu'da az sayıda ve kötü donanımlı birlikleri olduğu için Türklerin direnci sınırlıydı. Doğu ve güney cephelerinde de meşguldüler. Birtakım muhalefetin ardından, Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle Eskişehir'e çekildiler.

Durum bir çıkmazdı, bu nedenle İngilizler yardım için Yunan ordusunu getirmeye ve birliklerine yönelik saldırıları cezalandırmaya karar verdiler. Bu arada Yunanlar, tarihi vatanlarını fethetmeye istekliydi. İngiliz askeri personeli, Yunan askeri personeli ile birlikte, Marmara Denizi ve Ege Bölgesi'nin güney kıyı alanı için saldırı planladılar.

Saldırı sırasında, İngiliz ve Yunan birlikleri aşağıdaki şehirleri ortak olarak ele geçirdiler, bu kasabalardan bazıları denizden inen güçler tarafından işgal edildi: Akhisar (22 Haziran); Kırkağaç, Soma ve Salihli (24 Haziran); Alaşehir (25 Haziran); Kula (28 Haziran); Balıkesir (30 Haziran); Bandırma, Kirmasti ve Karacabey (2 Temmuz); Nazilli (3 Temmuz); Gemlik ve Mudanya (6 Temmuz); Bursa (8 Temmuz); Karamürsel (11 Temmuz); İznik (12 Temmuz); Gediz ve Ulubey (28 Ağustos); Uşak (29 Ağustos); Simav (3 Eylül). Bu alanlara yönelik saldırı sırasında ilerleyen İngiliz-Yunan birlikleriyle savunan Türk düzensiz kuvvetleri arasında birtakım çatışmalar meydana geldi.

18 Temmuz 1921’de Karacahisar’daki Batı Cephesi karargahına gelen Mustafa Kemal, ordunun düzenlenip kuvvetlendirilmesi için Sakarya’nın doğusuna çekilmesini istedi. İlerlemeye devam eden Yunan ordusu Afyon, Bilecik, Kütahya ve Eskişehir’i ele geçirmişti.

Kemalistlerin Bolşeviklerle ilişkisine ait haberler 1921 yılı içinde de devam etmiştir. Bu tür haberlerden birinde, Mustafa Kemal’in Afganistan’ın yeniden düzenlenmesi ve Bolşeviklerle daha yakın ilişki kurulması için özel bir heyet gönderdiği, bazı Bolşeviklerin Ankara’da bulundukları ve iki taraf arasındaki ilişkilerde deniz üssü olarak Trabzon’un seçildiği söylenmektedir.

Kemalistlerin Bolşeviklerle ilişkisine dair en farklı haber, Yunanistan’daki seçimlerin akabinde Efimeris Ton Valkanion’da yayınlanan Şehzade Abdülmecit Efendi ile yapılan bir mülakattır. Abdülmecit Efendi Ankara ve Moskova arasındaki ilişkilerin kendisine sorulması üzerine, bundan Kemalistlerin Bolşevik oldukları anlamının çıkarılamayacağını, Bolşeviklerin eski dünyanın yıkılmasını istemelerine karşılık, Kemalistlerin sadece bir antlaşmanın yeniden düzenlenmesini istediklerini beyan etmiştir. Abdülmecit Efendi San Remo görüşmeleri esnasında müttefiklerin Yunanistan’ın değil, sadece Venizelos’un sesini duyduklarını, bir ağaçla orman olamayacağını ve Yunanistan’ın Venizelos olmadığını ifade etmiştir. Bu haberler, Yunanistan’ın bu ikili ilişkiyi dikkatli ve hatta kaygılı izlediğini ortaya koyar niteliktedir.

Milliyetçi Türk hükümetinin 23 Nisan 1920 tarihinden itibaren dış politikadaki ilk icraatının Sovyet Rusya ile yakınlaşmaya çalışmak olduğu dikkat çekmektedir. Müttefiklerin Sovyet Rusya’ya müdahalesi ve Anadolu’yla ilgili Yunan taleplerinin desteklenmesi, Moskova ile Ankara’nın yakınlaşması sonucunu doğurmuştur. Ortak düşmanla yapılacak mücadele ‘Ermeni Meselesi’yle ilgili uzlaşıya götürmüş ve 1920 yılı ağustos ayı itibarıyla taraflar diplomatik ilişkiye geçmeye karar vermişlerdir. Bunun neticesinde önce Moskova, ardından da Kars Antlaşması imzalanmıştır.

Sovyet Rusya’nın hedefi, uyanan doğu halklarının yanında yer almak ve onların emperyalistlere karşı savaşlarını desteklemek olunca, Türkiye ile dostluk Sovyet Rusya için önem kazanmıştır. Bu diyaloğun sonucunda sağlanan ekonomik ve askeri yardım Türk milli kuvvetlerinin maneviyatını yükselttiği gibi, onların sonuca ulaşma yeteneklerini de arttırmıştır.

Mustafa Kemal İtilaf Devletleri’nin hala Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni meşru saymayan tutumu karşısında, Türkiye’ye ait bütün işlerin hallinde her türlü dış ilişkilerde yetkili tek hükümetin Büyük Millet Meclisi Hükümeti olduğunu bildirmiş, doğrudan davet edilmedikçe Londra Konferansı’na katılmamayı kararlaştırmıştır. Ayrıca konferansa katılacak olan heyette görevlendirilecek temsilcilerin belirlenerek İstanbul’a gönderilmesini isteyen Sadrazam Tevfik Paşa’ya, Türkiye’nin mukadderatına el koymuş meşru ve bağımsız tek egemen kuvvetin, Ankara’da kurulmuş olan Büyük Millet Meclisi olduğunu bildirmiştir.

8 Şubat (26 Ocak) 1921 tarihli haber, Türklerin Londra Konferansı’na davet edildiği söylendiği anda Tevfik Paşa’nın bizzat telgrafhaneye giderek, bu daveti Ankara’ya ilettiğini kaydetmektedir. Aynı haber Mustafa Kemal’in davetin doğrudan Ankara’ya hitap etmesini ve müttefiklerden İzmir, Trakya ve Sevr Antlaşması’nın ekonomik koşullarıyla ilgili güvenceler vermelerini istediğini ifade etmektedir. Aksi halde Ankara Londra Konferansı’na temsilci göndermeyecektir.

Türk İstiklal Harbi serisinin ilgili cildinde, II. İnönü Savaşı’na katılan Türk kuvvetleri 34.175 tüfek, 235 ağır ve 55 hafif makineli tüfek, 3.500 kılıç ve 104 top olarak verilirken, Yunan kuvvetleri 41.550 tüfek, 720 ağır ve 3.134 hafif makineli tüfek, 3.100 kılıç ve 220 top olarak ifade edilmiştir

Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekatı - 1919-1923

Nilüfer ERDEM - Doktora Tezi

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/44849.pdf

Sovyetlerde Ekim Devrimi'nin ardından Rus İç Savaşı (1918-1922) sürerken aynı yıllarda Anadolu'da Türk Kurtuluş Savaşı (1919-1922) devam etmekteydi. Bu dönemde yeni kurulan Sovyetler, kendi gibi İtilaf Devletlerinin önde gelenleriyle savaşan Türkiye heyeti ile diplomatik ilişkiler geliştirdi ve Türkiye'ye para, silah ve mühimmat yardımı gönderdi.

Bu dönemde Türkiye'de İstanbul ve Ankara'da iki ayrı hükümet bulunuyordu. İki hükümet arasındaki diğer ayrılıkların yanında siyasi bir mücadele de sürmekteydi. Yeni kurulan Sovyetler Birliği, tavrını ve desteğini, emperyalist devletler ve onlarla saf tutanlar ile savaşan Ankara lehine ortaya koydu. Ankara Hükümeti ile diplomatik ilişkiler geliştirdi, ardından Türkiye'ye para ve silah yardımı gönderdi. Ayrıca bu ilişkilerin kurulması ve yardımlar, yeni kurulmuş Ankara Hükümeti'nin dünyada yalnız olmadığını göstermesiyle hem Anadolu'daki direnişe moral sağlamakta hem de İtilaf Devletlerine bir mesaj niteliği taşımaktaydı.

Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında geliştirilen iyi ilişkiler, savaşın Ankara Hükümeti lehine sona ermesinden sonra da Sovyetler Birliği ile Türkiye'nin uzun yıllar stratejik olarak dost iki komşu devlet olmalarının başlıca temelini oluşturmuştur.

ABD, dünyada eşi benzeri olmayan bir stratejiyi Türkiye’de bize uyguladı. Dünyada komşu olduğu yedi ayrı ülkede yedi ayrı dil, yedi ayrı alfabe ve yedi komşusu ile de akrabalık ilişkisi bulunan tek bir devlet vardır ve bize söylendiğine göre ülkemiz için bu yedi komşu ülke, bizim düşmanımızdır! Savaştığımız doğrudur. Bizleri komşularımız ile birbirimize düşüren nedenler olabilir ve olmuştur da. Bizler nasıl asırlarca birlikte yaşamış isek, bizler buna anlaşmazlık dedik, taa ki biri gelip bize onlar sizin “düşmanınızdır” diyene kadar.

Ben inanmıyorum buna. Akrabaların bayramlaşmaları için bayramlarda sınır kapılarını açıp birbirleriyle bayramlaşmalarını sağlayan bizler, komşularımız ile hiç düşman olmadık hatta akrabalık ilişkilerini güçlendirdik. İngiltere ve ABD bizim gibi birçok ülke halklarını, ülkelerin idarecilerini kandırıp birbirlerine kırdırdılar. Hala bu dolduruşa gelen yöneticiler var ülkelerin başında. Bu düşmanlıkları yayanların çıkarlarına hizmet ettiklerinin farkında mıdırlar bu yöneticiler acaba?

“Yurtta Barış, Cihanda Barış”.! Ne kadar doğru bir söz.

Ne unutun ne de unutturun.

https://servetbasol.com

240311