Bakış
Açımız…
Hani insanlar “bir
sonraki hamlenizi ya da planlarınızı insanlara açıklamayın ya da insanlara her
şeyi anlatmayı bırakın” derler ya, bu sözü kabullenmede her zaman
zorlanmışımdır. İnsanlara durumunuzu söylemezseniz, ne zaman ve nasıl yardım alacağınızı
nereden bileceksiniz? Hepimiz sosyal birey olarak doğarız ve hayatımızın bir
noktasında insanlara ihtiyaç duyarız. Sizi yönlendirecek, size yol gösterecek
ve size yön verecek insanlara ihtiyacımız her zaman olacak.
Bir örnek
vereyim. Bir öğrencime lisans düzeyinde okurken, üzerinde çalışması için çok
küçük bir proje verildi ve o da bu projeden kimseye bahsetmedi.
Elbette proje
hakkında araştırma yaptı ve rehberlik almak için internete girdi ve gerçekten
harika bir proje olacağından oldukça emin bir şekilde çalışmasını tamamladı.
Çalışmasını
sunacağı gün geldi ve sunumuna başlamak için ayağa kalktığında, birçok arkadaşı
ve büyük bir olasılıkla çevresindeki insanlar da üzerinde çalışması için bu projenin
ona verildiğini öğrenince biraz şok oldular ve bu konuda hiçbir şey
söylemediler çünkü bu oldukça büyük bir olaydı.
“Neden bize
söylemedi” fısıltılarını duyabiliyordum ama olan olmuştu ve sunumu artık yapmak
zorundaydı. Sunumuna başladığında, iyi konuşacak kadar kendine güvenmiyor,
cesur değil ve vücut dili tamamen farklı bir mesaj veriyordu. Her şeyi aceleye
getirdi ve 45 dakika sürmesi gereken basit ve net bir açıklama 15 dakikanın
altında yapıldı.
Biz hocalar mutlu
değildik, hatta yüzlerimizdeki ifadeyi kelimelere dökecek olursak, “başkasına
vermeliydik” diye tanımlanabilirdi.
Sunumu
bitirdikten sonra bir arkadaşı yanına geldi ve “neden bize söylemedin, o zaman
sana yardım ederdik ya da nasıl yapacağın konusunda sana yol gösterirdik” serzenişini
duyduk. Tek kelime edemedi çünkü doğru şeyi yaptığını düşünüyordu ama
performansı ve tüm durumu değerlendirmesi ortalamanın altında ve etkileyici
değildi.
Dürüst olmak
gerekirse, birinden ona nasıl yapılacağını göstermesini beklerdim. Bu
deneyimden ne öğrendi? Bir şeyi nasıl yapacağınızı bilseniz dahi, size yardımcı
olabilecek insanlara ulaşın ve harika bir iş çıkarabileceğinizi düşünerek
kendinize fazla güvenmeyin.
Peki bu söze
katılıyor muyum? Tam olarak değil. Elbette kendinize güveniniz tamdır. Yine de
arada bir, sosyal birey olduğunuzu hatırlayın ve planlarınızla ilgili yardıma
ihtiyacınız varsa, daha iyi bilen ve saf niyetleri olan insanlara ulaşmanız
gerektiğini unutmayın.
İnsanların yüzde
doksanı poetik, retorik, diyalektik ve sofistik alanda akıl yürütme ile düşünür
ve yaşar. Çok az kısmı ise analitik akıl yürütebilir. Poetik ikna içermez,
sadece bir konuya eğilimi artırır. Kötüyü iyiye, çirkini güzele veya tam tersi
düzeyde kalır. Şiiri düşünün…
Retorikte ikna
vardır. Muhatabını ikna etmek esastır, ama yine duygusal alanda kalır.
Kitaplara özellikle kişisel gelişim kitaplarına bakın… (Retorik = hitabet. Yani
hatiplilerin müfredatı.)
Diyalektik ise
iknadır ama karşındakini değil, tribünleri ikna etmek için kullanılır. Siyasete
bakın…
Analitik ise
duygulardan arındırılmış, saf akıl kullanımı ile düşünmektir, amaç saf
hakikattir. Felsefenin bazı şerhlerine bakın ya da otopsi yapan bir cerrahı
izleyin. Burada duygu olmaz.
Sofistik işte tam
da sosyal medya ve/ veya görsel medyadaki bazı bilgiçlerin akıl yürütme
şeklidir. Burada amaç ne ikna ne de hakikattir. Burada amaç “algı yaratmak” ve
bundan nemalanmaktır. Hakikat amacı yoktur çünkü bir konunun her iki taraftan
da ele alınabileceği/savunulabileceği temeldir ve algı yoluyla çıkar
sağlanacağı açıktır.
İşte kalan o
yüzde onluk insan, yani analiz yapma yetisindeki kişiler, bu sofistçe düşünce
tarzındaki bilgiçlere bakarak sadece gülümserler.
Bilgi - duygu =
Gerçek Gerçek, bilgi eksi duygudur.
Bilgi
+ deneyim = Görüş Görüş, bilgi
artı deneyimdir.
Bilgi - Görüş =
Cehalet Cehalet,
bilgiden yoksun bir görüştür.
Gerçek
- Görüş = Aptallık Aptallık, bir gerçeği göz ardı eden
bir görüştür.
Tamam, o meşhur
söze yine sıra geldi; “Herkes aklını pazara çıkarmış, yine kendi aklını almış.”
Burada
ekleyeceğimiz, konuya bakış açısı. Akıl yine sizin ama “bir de buradan bakın”
hatırlatması, oradan bakınca yine kendi aklınıza göre yorum yapacak ve görüş
açınızı genişleterek tezinizi çeşitlendirecek olmanız.
Bu mecranın da
maalesef dahil olduğu sosyal medya bu nedenle çok revaçta. Etkilemek, ikna
etmek ve algı yaratmak için bulunmaz nimettir buralar. Ama buralara da dikkat
etmek lazım, arkanızdan kıs kıs gülümseyen birkaç kişi sizi izliyor olabilir.
Onlar belki de
bir eti sinirlerinden ayıklama, soyutlama yetisi gelişmiş hakikatleri apaçık
görenlerdir. Kim bilir belki de gizlenemezsiniz.
İknanızda,
algınızda bir yere kadar gizleyebilir sizi… Kim bilir?
İşte bu nedenle
üniversiteler, hocaları dinleyip not alma yeri değildir. Onlardan alacağınız
her ne olursa olsun, sizler aldığınız bilgiyi yol gösterici olarak algılamaz ve
konuyu araştırmazsanız, ezber üzerine kurulu, yaratıcılıktan uzak, CV zengini
ama bilgiyi kullanamayan bir fakir olarak kalırsınız. Tüm size kazandırılan
değerler kullanılmadığında, aynen yinelenmeyen şiirler gibi unutulup giderler.
Okul size bir vermişse, sizin bu bilgiye iki katmanız gerekir ki yaşamda
başarılı olasınız. Üretmek için altyapı böyle oluşur ve üretenler başarılı
olurlar.
Şimdi günümüzün
can alıcı sorusunu soralım;
-Bir çölde orman
yetiştirebilir misiniz?
-Yetiştiremezsiniz.
-Peki bu suç,
ağacın mı çölün mü?
-Suç ağacın
değil. O fidanı alıp başka bir yere koyduğunuz zaman yemyeşil oluyor. Ama
ekosisteminiz buna uygun değilse, imkan vermiyorsa ne
yaparsanız yapın olmuyor. Hatta çölde giderken böyle biraz büyüyen bir ağaç da
olsa, bir müddet sonra bakıyorsunuz o da kalmamış!
-Bizim
gençlerimizde bir sorun yok, sistemde sıkıntı var.
-Ne
gibi?
-İşi
ehline veremedik. Gençlerin merakını zedeledik. Hata yapmalarına izin vermedik,
oysa ancak böyle ileri gidilir. Bugün MIT'te,
Harvard'da, pek çok böyle üniversitede en iyi öğrenciler inanın Türkler. Demek
ki ağaçta bir problem yok, ektiğiniz yerde var.
O ağaca yeteri
kadar su (eşitlik) vermiyoruz, güneş (adalet) vermiyoruz.
Onlar da yeteri
kadar yeşeremiyorlar.
Profesör Mehmet
Toner
231114