1960'ların
Çocukları
1960'ın çocukları 2000 yılını hayal ediyor.
-Bence bu insanlar, gerçek insanlardan daha çok birer istatistik olarak kabul edilecekler.
-O kadar güzel olacağını sanmıyorum. Bence her yerde makineler olacak, herkes sizin için her şeyi yapıyor, biliyorsunuz, hepiniz sıkılacaksınız ve o kadar da güzel olacağını düşünmüyorum.
-Öncelikle, bu bilgisayarlar her şeyi ele geçirecek, bilgisayarlar ve otomasyon ve 2000 yılında etrafta yeterli iş olmayacak ve oradaki işler sadece yüksek kaliteli insanlar için olacak. Biliyorsunuz, artık yüksek IQ çalışabiliyor, bilgisayar ve benzeri şeyler, diğer insanların işi olmayacak. Sadece sahip olmaları gereken işler olmayacak.
(https://www.youtube.com/shorts/dH-U_3VZOy8 target="new")
İtiraz Et, Hayal Kur, İlerle! | Selçuk R. Şirin. Bu sunumu izlemedi iseniz çok şey kaçırdınız demektir.
1960 senesindeki çocukların 2000 senesi için ifade ettikleri düşüncülerine bu hafta rastladım. O zaman ben ilk okulu bitirmiş, orta okula hazırlanan o yaşlarda bir çocuktum. Benim gelecek için düşüncelerim ne idi tam hatırlamıyorum ama ailemin “oku” baskısını ve beni okutmak için yaptıkları özveriyi elbet unutamam. Yine de yozlaşma, cahil ve aptal sözcüklerinin pek sık kullanılmadığı bir çevrede yetişirken, kendi çapında hayal kuran birisi olduğumu söylemeliyim. Bu hayal kurma işi ise aynı sene, değişik ortamlarda değişik şekilde olmuş ise de bunun doğrudan eğitim ile ilişkisi var. Sene 1960 olmuş, bizler hala “Maddenin bölünemeyen en küçük parçasına Atom denir” diyerek ilk okuldan mezun olmuşuz.!
Yaşıtım, ileride insanlardan ‘istatistik’ diye bahsedileceğini söylüyor. İstatistik kelimesi ilk olarak Baron'un (1770) “evrensel bilgeliğin unsuru” kitabında geçer. 1787'de E.A.W. Zimmermann tarafından kullanılan daha geniş bir tanımı var. Zimmermann’ın “Avrupa'nın şu anki durumuna ilişkin Siyasi Bir Araştırma” yazısı 1797'de Britannica ansiklopedisinde yer aldı ve İngiltere'de Sir John Sinclair tarafından 1791 ile 1799 arasında İskoçya'nın istatistiksel bir hesabını veren bir dizi ciltte kullanıldı. 19. yüzyılda istatistik kelimesi, hemen hemen her konudaki sayısal verileri ve verilerin uygun analizlerle yorumlanmasını kapsayan daha geniş bir anlam kazanmıştı. İşin ilginç yanı o tarihten sadece sekiz sene sonra ben Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü’nü kazanmıştım.
Hele bir kız yaşıtım otomasyonun tüm hayalleri yıkacağından bahsediyor. Benim ilk otomasyon deneyimim 1950’li yılların ortalarına doğru Ulus’taki İş Bankası Merkez binası giriş kapısının fotosel destekli ‘pısss’ diye ses yaparak kendi kendine açılması idi.
Bir başka yaşıtım da ‘bilgisayar’dan bahsediyor. Bizler ise cumartesi günleri eğitim kurumları ve resmi daireler yarım iş günü olarak çalışır, okula gider ve saat 13.00' de tatile girerdik. Tamam, güçlü ve becerikli olanlarımız süt tozundan hazırlanmış kazanı sınıfa taşır, bazılarımız ise sopaya simit dizer, o arada satardık. Okulda lüks olan Faber Castell kurşun kalemi ve yanında kurşun kalem 2.5cm uzunluğa inene kadar kullanabilmek için “tutucusunu” da taşırdık. O kalem sonuna kadar kullanılmalıydı.!
O tarihteki yaşıtlarım ile aramızdaki mesafe ilginç.
Sokak oyunlarımız vardı. Sokak ortasında sere serpe oynadığımız, bahçe oyunlarımız vardı sokak yeterli olmayınca. Kötü hava şartları oyunlarımız vardı. İster yağmur ister kar yağsın açıkta, üşüyünce de kapalı alanlara sıkışarak oynadığımız. Bu oyunlar için kimseye para ödemez, izin almaz ve kimseyi de rahatsız etmezdik. Birkaç cam kırığı ise doğal karşılanırdı. Ne de olsa ağaçtan düşmüş olan son nesiliz.
Ben, okula giderken Yahudi mahallesi denilen yerden gidip gelirdim. Ama ne okulda ne de okuldan sonra kimin nereli, hangi dinden ve etnik kökenden olduğumuzu sorgulamadan, bilmeden ve 1990’larda Gorbaçov’un meşhur ettiği eski bir Rus deyişi ile “Barış içerisinde birlikte yaşamak” ilkesi ile büyüdük. Kimse bize bun deyişten bahsetmedi ama insan olmanın doğası da zaten bunu gerektiriyordu.
“Uzun yüzyıllar boyunca bizim coğrafyamızdaki insanlar ya şarkı söylediler ya uyudular ya da büyük bir rehavet içinde yaşadılar. Bu rehavet içinde, gelişen ve büyüyen dünyayı anlayamadık, çevremizde neler oluyor, doğrusu bizi çok da ilgilendirmedi. Böylesi bir rahatlık duygusu çevresi ile ilgilenmeyenlerin, yapacak çok da bir şeyleri olmayanların sığınağıdır. Rehavet bizi çevremizde gelişen olaylardan soyutlar, insanlığın ilerlemesi, çağın gerekleri bizi ilgilendirmez. Dünya ile ilgimiz alakamız kaybolur, içimize dönük bir yaşantı bizi sarar sarmalar. Evrensel rekabetin dışında, kendi dünyamızda yaşar oluruz, günlük olaylar, kısır çekişmeler, dedikodu yaşantımızı sınırlar. Geçmişe bağlılık duygusu, gelecek yaratma kaygısı yok olur. Geçmişi ve geleceği düşünmeden günler sıradan bir şekilde geçer, hayat çekilmez hal alır.
Zaman zaman Halil Cibran’ın bir deyişini hatırlarım:
Bir sene önce komşum bana: “elemden gayri bir şey olmadığı için hayattan nefret ediyorum” demişti.
Dün mezarına uğradım! Hayat kabri üzerinde raks ediyordu.
Hayat bütün hızı ile devam etmektedir. İster katılın ister katılmayın.”
Nasuh bin Silahi veya yaygın adı ile Matrakçı Nasuh.
Bilir misiniz; bir zamanlar Bandırma Füze Kulübümüz vardı.! (Kirkor Divarcı)
Bilir misiniz; 19 Eylül 1962’de Marmara-1’in gökyüzünü zorlayan ‘ilk gerçek füzemiz’ olarak tarihe geçtiğini.!
Bilir misiniz; 4 metre uzunluğunda ve 500 kilo ağırlığında olması öngörülen füzenin, fezaya ilk kez bir canlı gönderme denemesi olacaktı. Aktrüs’ün kapsülüne yerleştirilecek farenin, mikrofilm makinesiyle tüm hareketleri tespit edilmeye çalışılacaktı. Roketin kapsülünün 150’nci kilometrede ana gövdeden ayrılması ve bir paraşütle yavaş yavaş süzülerek içindeki fareyle birlikte yere inmesi beklenmekte idi.
Sonu hüsranla biten birçok filmi tek bir jenerik üzerinden akıtmak mümkündür!
Asırlar önce gökyüzünde gördüğü şekilleri bayrağına işleyen bir kültürün bugün bulunduğu noktayı, “çiçekleri kurutmakla, meyve veren ağacı taşlamak” arasındaki iki bilinmeyenli denklem, net bir şekilde ortaya koymaktadır...
Burası,
öteden beri engellenen insanların coğrafyası olmuştur!
1959’da yılında New York’a gönderilen İrfan Mavruk, Colombia Üniversitesine alındı. Ardından Houston’da nükleer araştırma merkezinde hidrojen bombasını bulan bilim adamıyla çalıştı. Daha sonra nükleer silahların parçalarını üreten fabrikalarda görev aldı, uzayda atom yükünü ölçen bir makine geliştirdi.
Amerikalılar üstüne titremeye başladı. Hatta CIA tarafından korunduğu yazıldı.
Bu sırada Türkiye'de askerliğini yapmamıştı. Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
İrfan Mavruk, "icat yapma" denilen çocuklardan biriydi.
Kimse hala farkında değil.
Sömürünün çeşidi, ederi, kıymetli madeni, hayvanı, insanı diye bir ayrımı
yoktur. Sömürüye çanak tutanlar, sadece satarak değil, ‘giderlerse gitsinler’
diyerek de rıza gösterirler.
Peki halkın onayını nasıl alıyorlar;
Sosyal psikoloji araştırmalarına göre, bir insanın beyinin R-kompleks seviyesine indirgemenin en iyi yollarından biri, onu bir gruba dahil etmekti. İnsanları "biz ve onlar" diye ayırmaktı.
İç bağları sıkı bir grup içindeki kişi "akıl ihalesi" yoluyla mantığını kullanmaktan vazgeçebiliyordu.
İşte bilimsel dokunuşlarla insanları nasıl birer canavar takipçisine çevrildiğinin sırrı.
- ilkel beyin seviyesine indir
- bir gruba dahil et
- korku kültürü yarat.
Böylece düşmanı göster, dayanışma duygusu kur, düşünme ve mantıklarına değil, içgüdülerine hitap et ve bu kitleleri "korku kültüründe" yaşat.
Sokrates:─ Bize söyler misin bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı daha zordur?
Öğrenci:─ Elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur. Bilge olmak için çok okumak araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur.
Sokrates:─ Peki o halde bize yine söyler misin toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur?
Öğrenci:─ Elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların sayısı fazla olur.
Sokrates:─ Peki o halde diyebilir miyiz ki herkes her konuda karar veremez, herkes bildiği yerde konuşmalı ve her iş ehline verilmeli?
Öğrenci:─ Pek tabi olması gereken budur.
Sokrates:─ Peki o halde bize yine söyler misin kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden sadece çoğunluk oldukları için kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi? Hem sen de kabul ettin ki bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden hep daha çok olur…’’
230424