Çıngıraklı Kurt

APH-2314

Anadolu’da kurtlar bir beladır.

Bir kurt, bir koyun veya keçi sürüsüne dalar, kurt sadece bir tanesini alır götürür ancak bütün sürüyü parçalar.

Kurt dalmış sürüden artık hayır yoktur...

Koyundan, keçiden başka geçimi olmayan Anadolu köylüsü, eğer sürüsüne böylesine kurt girmişse çöker, biter, açlıkla karşı karşıya kalır.

Bu nedenle kurt gittikten sonra, sabah olduğunda sürü sahipleri gördükleri manzara karşısında donar kalır ve içleri kurda karşı kinle, öfkeyle dolar…

Bu durumda köylü, kurttan öcünü almak ister. Atlarına binerler, köpeklerini, iplerini alırlar, kurt avına çıkarlar. Kurtları intikam için diri yakalamaktır en büyük amaçları.

Usulünü de bilirler ve sonuçta kurtları diri diri yakalarlar.

Kin bağladıkları, öç almak istedikleri kurda bir fiske bile vurmazlar.

Kurdu hiç incitmezler.

Yalnız sağlam bir telle ya da kirişle kurdun boğazına bir çıngırak takarlar ve kurdu okşayarak, sırtını sıvazlayarak ve sevecenlikle öperek salıverirler.

Boğazı çıngıraklı kurt sevinerek, koşarak ayrılır köylülerden.

Ancak çıngıraklı kurt hiçbir canlıya yaklaşamaz çünkü çıngırak sesini duyan her hayvan önceden kaçar, kurt ise boğazında çıngırak, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca boşu boşuna koşar durur.

Sonunda kurt dağlarda açlıktan önce yavaş yavaş zayıflar, sonra zayıflıktan güçsüz düşer ve sonunda bağıra, bağıra, bağıra ölür.

Bu, insan aklına gelen işkencelerin, zulümlerin en korkunçlarından birisidir.

Kurt ancak aç kalınca anlar, boynuna çıngırak geçirilirken kendisini okşayanların, sırtını sıvazlayanların ve kendisini sevecenlikle öpenlerin niyetini.

Ancak iş işten geçmiştir…

Yaşar KEMAL

Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal, Çukurova’da Hemite (Gökçedam) köyünde doğar. Annesi Nigar Hanım ile babası Sadık Bey, Van’ın Muradiye ilçesine bağlı şimdiki adı Günseli kasabası olan Ernis köyündendir. Sadık Bey, 1915 Van savaşlarını yaşamış, Erciş yöresinin tanınmış Luvan aşiretine mensuptur. 1915 yılında Rus ordusunun Van civarına gelmesi üzerine ailenin Çukurova’ya kadar sürecek bir buçuk senelik göç yolculuğu başlar. İlk olarak Diyarbakır’a gelen aile, Urfa’ya, daha sonra da İslahiye’ye gelir. Buraya gelene kadar yaşadıkları zorluklardan sonra, Yaşar Kemal’in annesine burası adeta bir cennet gibi gelmiştir.

Anam, İslahiye’nin ormanlıklı serin dağlarına ulaştıklarında sevincinden düğün bayram ettiklerini söylüyordu. Orada, pınarın başında sıcak sularla yıkanmış, çamaşırlarını yıkamışlar, dört başı mamur bir şölene oturmuşlar.

Aile bir süre burada ikâmet ettikten sonra Çukurova’ya doğru yola koyulur. Bu yolculuk esnasında çocukları çok seven babası, yolda Yusuf adlı yaralı bir çocukla karşılaşır. Bu çocuk ileride Yaşar Kemal ve ailesine büyük acılar yaşatacaktır. Kadirli’ye gelen aile, İskan Komisyonu başkanı Arif Bey tarafından Hemite (Gökçedam) Türkmen köyüne yerleştirilir.

Yaşar Kemal’in 12 yaşına kadar dili bağlanır, kekeme olur. Babasının ölümü onu derinden etkiler. Babasının ölümüne uzun yıllar inanamaz. Uzun yıllar mezarlığın yanına uğramaz.

9 yaşındayken arkadaşı Mehmet’le Burhanlı köyüne okuma-yazma öğrenmek için gider. 3 ayda gazete okuyacak seviyeye gelir. Burada Âşık Mecit adlı sınıf arkadaşının çıraklığını kabul eder ve ondan saz çalmayı öğrenir; ancak bu arkadaşının beşinci sınıfta ölmesine çok üzülür. Bu konuda babasının ölümünden sonra en büyük acıyla karşılaştığını dile getirir. 1938 tarihinde ilkokulu bitiren Yaşar Kemal 1939’da, daha 16 yaşındaki sanatçının ilk şiiri Seyhan, Adana Halkevi Dergisinde yayımlanır.

 

Çıngıraklı Kurt hikayesi, Anadolu’nun bir gerçeğidir. Anadolu gerçeği de bizleriz.

Asırlar boyu ezilmiş, ayrıştırılmış, ötekileştirilmiş ve sömürülmüş bir halk.

Bu halkı kolayca yönetmek için halkın cahil bırakılması gereklidir.

Okumak isteyenleri engelleyen, karşı çıkıldığı zaman okumuşları bezdiren, onları çeşitli işkenceler ile yıldıran ve en sonunda ülkeden kaçıran bir sistem. Yoksa ülke dışında dünya çapında ün salan Türkler gibi ülke içerisinde de ünlü ve başarılı insanlarımız neden olmasın? Olmasınlar çünkü istenmiyor.

Demokrasinin gelişimi, sıradan insanları siyasal kararların onaylayıcısı (bazen de doğrudan alıcısı) haline getirmiş, sosyal bilimlerin inkişafı ise olguların nihai biçimini almasının, olağanüstü bireylerin benzersiz kişisel beceri ve kararlılıklarından daha çok, toplumsal davranışın arka planında yer alan iktisadi dinamiklerle, toplumsal konumlarla, kültürel kimliklerle vb. biçimlendiği görülmüştür.

Aydoğan Kutlu – Antik ve modern demokraside siyasetin kişiselleşmesi.

“Bizim gençlerimizde bir sorun yok, sistemde sıkıntı var.

-Ne gibi?

-İşi ehline veremedik. Gençlerin merakını zedeledik, hata yapmalarına izin vermedik, oysa ancak böyle ileri gidilir. Bugün MIT'te, Harvard'da, pek çok böyle üniversitede en iyi talebeler inanın Türkler. Demek ki ağaçta bir problem yok, ektiğiniz yerde var. O ağaca yeteri kadar su vermiyoruz, güneş vermiyoruz. Onlar da yeteri kadar yeşeremiyorlar.”

Profesör Mehmet Toner

“Kötülüğe akın akın gider insanlar rahattır,

Yakındır kötülüğün yolu,

Erdemin ise alın teri koymuş önüne tanrılar.”

Eflatun (Platon); MÖ.427- 347

www.servetbasol.com

230403