Emir mi, öğüt mü?…
İyi bir eğitim, iyi bir eğitmen ile mümkündür.
Kibirli olma, alçak gönüllü davran.
Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.
Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.
Heveslerini kendine ilah edinme.
Çıkarcı olma. Adil davran.
Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme.
İyiliği karşılık beklemeden yap.
İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.
Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine. Öfkenin dinmesini bekle.
Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.
Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.
En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.
Yalandan uzak dur.
Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.
Karşındakine güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.
Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma.
Gücünü insanların yararına kullan.
Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.
Bunları hiç duydunuz mu? Sizce bunlar emir mi, öğüt mü?
Bir Araştırma
Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallesine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti. Araştırma yapan öğrencilerin hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi.
Bundan tam 25 yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü, araştırmaları esnasında bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.
Öğrenciler o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176’ sının olağanüstü bir başarı gösterip avukat, doktor ya da iş adamı olduklarını ortaya çıkardılar.
Profesör çok etkilenmişti. Bu konuyu izlemeye karar verdi.
Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle buluşma şansı oldu.
“O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?” sorusuna verdikleri cevap hep aynıydı.
“Mahalle okulunda bir öğretmeniz vardı. Onun sayesinde.”
Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti.
Hâlâ hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması çok zor olmadı.
Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti.
Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hala dinç duran bir KADIN buldu.
Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahalleden kurtarıp, başarılı birer insan ve yetişkin olarak hayata nasıl kazandırdığını bunun sihirli bir formülü olup olmadığını sordu.
Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi.
“Çok basit.” dedi.
“Ben o çocukları sevdim.”
Üstelik Adı Sınıf'tı
Küçük bir mahkeme salonunda savcı iddianameyi okumaya başladı..
“Sayın hakim; Kitap kırmızı kapakla çıkmıştır ve adı Sınıf’tır. Bu nedenle TCK’nın 216. madde sine göre (yani “halkın; din, dil, ırk, mezhep, sosyal sınıf veya bölge farklılığı açısından farklı özelliklere sahip bir kısmını, diğer bir kısmı aleyhine kin ve düşmanlığa ittiği” gerekçesiyle) suçludur.
Gereğinin yapılmasını arz ederim.!
Adam şaşkınlıkla etrafına baktı. Her şey ona şaka gibi geliyordu.
Bir şiir kitabı için miydi tüm bunlar? Bu mahkeme, bu savcı, yanında kendisini savunmak için duran avukat, hakimin önündeki yazman…
Öğretmendi adam, yıllarını okuldaki öğrencilerine vermişti.
“Çocuklarım” diyordu onlara. Kitabında da çocuklarını anlatmıştı zaten. O halde neydi suç olan? Neden buradaydı? Savcı devam ediyordu. “ama kitap kırmızı, üstelik adı da Sınıf.”
Şiirlerinden kesik kesik mısralar geldi adamın aklına…
“Yoklama defterinden
öğrenmedim sizi, benim haylaz çocuklarım!
Sınıfın en devamsızını bir sinema dönüşü tanıdım koltuğunda satılmamış gazeteler".
Adam, böyle gitsin istemiyordu, değiştirmek istiyordu öğrencilerinin kara yazısını.
“İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun palto, ayakkabı yüzünden.
Kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda, kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder.”
Buydu söyledikleri sadece. Ama bu bile bir tehditti koskoca ‘Devlet’e.
Bu nedenle Nazım Hikmet’in kitaplarından sonra ilk kez bu kitap toplatılmış ve yasaklanmıştı.
Yasaklanmıştı kitap, kırmızıydı üstelik adı da Sınıf’tı.
Beyninde zonklamaya devam ediyordu yasaklanan kitabındaki şiirler.
“Benim bilgili, becerikli
çocuğum, kalktığın zaman tahtaya yüzünün kızarması neden?
Ayağında sağlamca bir pabuç
sırtında bir ceket yok diye mi?
Ne var bunda sıkılacak, utanmak bize düşer çocuğum!”
Birden herkes ayağa kalktı. Hakim kararı açıklıyordu.
Bir kitap yazmıştı kapağı kırmızı, üstelik adı ‘Sınıf’tı.
Hayatında ilk kez tutuklanıyordu. 6 ay hapiste yattı adam.
O zaman ki yasalara göre 6 aydan fazla hapiste yatan bir kişi öğretmenlikten çıkarılıyordu.
Adam tam tamına 6 ay hapiste yatmıştı. Ne bir gün fazla ne bir gün eksik. Ama 6 aydan fazla yatmış gösterilip öğretmenlikten de atıldı. Yasaktı adama çocukları artık.
Yılmadı adam, onlara güzel bir dünya kurabilmek için yazmaya devam etti.
Tutuklandı gene, işkenceye maruz kaldı, hatta yetmiş yaşında kendi köyünün halkı içinde gözleri bağlanarak elleri kelepçeli gözaltına alındı. Yetmedi saatlerce ayakta bekletildi, yorgunluktan çömelmeye başladığı an tekmelerle ayakta durmaya zorlandı. Adam yılmadı yasaklar karşısında, insanca yaşanacak bir dünya için. O adam kim mi?
Bugün sizin gülerek ve severek izlediğiniz Hababam Sınıfı’nın yazarı Rıfat Ilgaz.
Berkant Örkün
“Bir ülkenin geleceği o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır”.
Einstein
“Sorun eğitimsiz olmanız değil. Sorun size öğretilenlere inanacak kadar eğitimli olup size öğretilenlerden herhangi bir şeyi sorgulayacak kadar eğitimli olmamanızdır.”
Richard Feynman
“Bir cahille tartışmayın, sizi kendi seviyesine çekip tecrübesiyle yener.”
Mark Twain
“Sevgi ve tutku, eğitimin ayrılmaz bir yöntemidir.” sb
220321