REFİK SAYDAM HIFZISIHHA ENSTİTÜSÜ

Arapça Hıfzı Sıhha; Türkçe Sağlığı Koruma anlamındadır.

Osmanlı’da çiçek ve kuduz aşılarının üretiminin başlamasının ardından yıllar içinde ortaya çıkan diğer birçok hastalık için de aşılar geliştirildi. 1896’da difteri, 1897’de sığır vebası ve 1903 yılında kızıl aşıları veteriner hekim Mustafa Adil tarafından üretildi. 1911 yılında tifo, 1913 yılında kolera, dizanteri ve veba aşıları ilk kez uygulandı. I. Dünya Savaşı yıllarında yoğun kalabalık ve kötü hijyen koşulları tifüsün yaygınlaşmasına neden olmuştu. O dönemde Dr. Refik Saydam tifüse karşı hazırladığı aşıyla adını duyurmuştu. Hastalığın aşısının bulunması için ilk çalışmalar orduda da görevli Dr. Reşat Rıza Bey ve Dr. Tevfik Salim tarafından yürütüldüğü de biliniyor.

Kurtuluş savaşı sırasında zor koşullar altında da hayvan ve insan aşıları üretilmeye devam edilmiştir. İstanbul’un işgali sonrasında aşı merkezi önce Eskişehir, daha sonra da Kırşehir’e taşınmıştır. Aynı dönemde Afyon’da da çiçek aşısı üretilmeye devam edilmiştir. Erzurum’daki serum laboratuvarı Rus işgali sırasında Halep, Niğde, Sivas ve Erzincan’a taşınmış. Kastamonu’da da aşı üretimi yapılmıştır.

27 Mayıs 1928’de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü adı verilen Türkiye’nin ilk halk sağlığı laboratuvarı hizmete girdi. Enstitü hızlı yayılan enfeksiyon hastalıklarıyla mücadele etmeye başladı.

1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimine başlanıldı.

1932 yılında, serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu

1933 yılında, Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı.

1934 yılında, İstanbul Aşıhanesi, Enstitü bünyesine nakledildi ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi.

1935 yılında, Farmakoloji Şubesi kurularak yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin kontrolüne geçildi.

1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açıldı.

1937 yılında, Kuduz serumu üretilmeye başlandı. Aynı zamanda Enstitü'nün İlaç Kontrol Şubesi devletin ilacını denetlerdi. Bu durum ilaç firmalarının korkulu rüyasıydı. Aşı ve Serum Şubesi Müdürlüğü Difteri, Boğmaca, Tetanoz ve her türlü tedavi anti-serumunun üretildiği bölümdü. Bakteri besiyerleri büyük cam galonlar içinde imal edilir ve oda kadar büyük neredeyse tarihi otoklavların içinde sterilize edilirdi. Üretilen anti serumlar arasında akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi gazlı kangren anti serumları da bulunmaktaydı.

1938 yılında Kolera’dan kırılan Çin’e 1.000.000 cm3 Kolera aşısı gönderildi.

1940’lı yıllarda Türkiye, Ortadoğu ülkelerine Tifüs aşısı satacak noktaya geldi.

1942 yılında, Tifüs aşısı ve Akrep Serumu üretimine başlandı.

1947 yılında, Biyolojik kontrol Laboratuvarı kuruldu. Enstitü bünyesinde aşı istasyonu açıldı. İntradermal ve BCG aşısı üretimine geçildi.

1947’de Mısır’a 500.000 adet Kolera aşısı gönderildi.

1948 yılında ülkemizde ilk defa boğmaca aşısı üretimi yapıldı.

1950 yılında, İnfluenza Laboratuvarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı ve İnfluenza aşısı üretimine başlandı.

1951 yılında, ilk kez antibiyotiklerin ve bazı vitaminlerin kalite kontrolüne başlandı.

1954 yılında, İlaç Kontrol Şubesi kuruldu.

1956 yılında, tetanos aşısı daha modern metotlarla üretilmeye başlandı.

1958 yılında, ilk kez frenginin modern yöntemlerle teşhisi ele alındı.

1966 yılında, Kolera Referans Laboratuvarı kuruldu.

1974 yılında, Mikoloji Laboratuvarı açıldı.

1976 yılında BCG aşısının deneysel üretimine başlandı.

1983 yılında, kuru BCG aşısı üretimine başlandı.

1984 yılında Zehir Danışma Merkezi açıldı.

1987 yılında AIDS Araştırma merkezi açıldı.

1950’lerden sonra Hıfzıssıhha Enstitüsü; Türk halk sağlığının korunmasında laboratuvar hizmetlerinin Türkiye genelinde yaygınlaştırılması başlatıldı. 16 ilde bölgesel düzeyde hizmet vermek amacıyla şubeler açıldı.

2004 yılında ise Manisa'da son Aşı Üretim Enstitüsü, Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatıldı!

Artık tüm aşılar dışarıdan satın alınacaktı.

2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile Cumhuriyet'in büyük yokluklarla kurduğu ve harikalar yarattığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın kapısına da kilit vuruldu.

İktidarın 2002 yılından itibaren uyguladığı “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”nin sağlıkta yıkıcı etkisinin sonucu olarak, 100 yıldan daha fazla tarihi geçmişleri olan Ankara ve İstanbul’da eğitim veren ve toplumun sağlığına hizmet eden köklü hastaneler, şehir-şirket hastanelerinin rantı uğruna kapatılmıştır. Sağlıkta Dönüşüm Projesi sadece hekim ve hastaneleri olumsuz etkilememiş, aynı zamanda koruyucu sağlık hizmetlerinin de büyük oranda ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu olumsuzluklardan birisi de süreçte atıl hale getirilen Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün 2011 yılında tümüyle ortadan kaldırılmasıdır. Bunun sonucu olarak toplumsal aşı politikamız ve aşı üretimimiz büyük ölçüde ortadan kalkmış, tamamen dışa bağımlı bir duruma dönüşmüştür.

Bütçeden koruyucu sağlık hizmetlerine hiçbir dönem ayrılmayan para, ne yazık ki salgın sürecinde de ayrılmamış, 2021 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesinin 3/4’ü tedavi hizmetlerine ayrılırken yalnızca 1/4’ü koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılmıştır. Genel bütçeden ise koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan pay geçen yıllarda olduğu gibi % 1,2 civarındadır. Yine Sağlık Bakanlığı 2021 yılı bütçesinde aşı ve aşı çalışmalarına ayrı bir bütçe ayrılmamıştır.

2020 yılında salgın başladığında, başka bir ülke aşıyı bulana kadar sabır ve dua telkin ediliyordu.

2022 yılında ise yerli aşı, futbolcu formalarında yer alarak güven toplamaya çalışıyor.

İnsanımız en değerli varlığımızdır. Doğru ve sağlıklı yetiştirilmez ve elbette doğru ve bilimsel bir şekilde eğitilmez ise, ülkesine yararı olmaz ve sadece tüketici olarak devletten bir şeyler bekleyerek yaşamını sürdürür ve yaşamın da böyle bir hayat tarzı olduğunu zanneder.

Hep sorarlardı çok okuyan mı, çok gezen mi bilir diye. Aslında birisi olmadan öbürü de olmaz. Çok okumak için bir alt yapısı olmalı insanın. Okuduğunu anlaması, anladığını araştırması, araştırdığının çeşitlerini görmek için de çok gezmesi, çok gezerken de okuyup anladıkları ile hayal ettiğini karşılaştırması zorunludur. Yoksa bizdeki “trene bakmak” gibi bir özdeyiş ile sonuçlanır bu yaşam.

“Türkiye'de biz hayal kurmayı bilmiyoruz. Çocukların yarısı hayal kurmuyor. Bu Intel’in yaptığı, birkaç hafta önce açıklanan bir araştırma. Yetişkinlerin de yalnızca %14'ü hayal kuruyor. Peki bu çocuklar ne hayali kuruyor diye biraz baktığınız zaman hayallerin büyük bir kısmı ev sahibi olmak, inşaat, iş sahibi olmak, öğretmenlik, polislik. Bunları geçince büyük hayaller maalesef yok.

Beni bu son derece kaygılandırıyor.

Çünkü hayal olmadan, büyük hayaller kurmadan, bizim gelişmemiz, kalkınmamız, şuradan şuraya gitmemiz, ilerlememiz mümkün değil. Hem teknolojik olarak hem beşeri olarak, hem toplum olarak, hem birey olarak. Bunu ben nereden biliyorum? Bunu ben kendi bireysel hikâyemden de biliyorum.

Bu gördüğünüz benim ilkokul fotoğrafım.

Peki nasıl oldu da ODTÜ'yü direkt o liseden kazandım?

Nasıl oldu da New York Üniversitesi'nin en genç kürsü profesörlerinden biri oldum?

Bunun tek bir sebebi var.

Ortaokul 3. sınıftayken babam geldi, bana bir fotoğraf gösterdi. Bir öğrencisinin mezuniyet fotoğrafı.

Bu fotoğrafta ben Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin mezunlarını gördüm. Çok güzel, şık elbiseler giyinmişler. Arkada bir stad var, orada güzel bir yazı var. Ben o fotoğrafı gördüm, bak şimdi bile ürperdim. Dedim ki “Burada, şu fotoğrafta ben de olmak isterim.”

Son 9 yılda milli gelir, olduğu yerde sayıyor. Buna biz ekonomi literatüründe ''Orta Gelir Tuzağı'' diyoruz.

Buradan kurtulmanın da yolu, katma değeri yüksek ekonomiye geçiş. Biraz teknik bir deyim.

Ben buradan kurtulmanın yolunun, hayal ekonomisine geçiş olduğunu düşünüyorum. Katma değeri yüksek ekonominin diğer bir tarifi İnovasyon Ekonomisi. İnovasyon demek de hayal düşü, hayal gücü yüksek insanların, beceri seviyesi yüksek insanların üretmesi demek.

Beş tane en büyük Türk şirketini alt alta koyun. Tüpraş’ı koyun, Türk Telekom’u koyun, Türk Hava Yolları’nı koyun, Petrol Ofisi’ni koyun. Alt alta koyun, hepsi bir WhatsApp etmiyor.

Kişi başı milli gelirde 3.000 Dolar'dan 10.000 Dolar'a inşaatla, yolla gelebilirsiniz, fındık satarak gelebilirsiniz, ham madde ile gelebilirsiniz ama 10.000 Dolar'dan 20.000 Dolar'a ham madde satarak gelemezsiniz. İnşaat yaparak gelemezsiniz. 10.000 Dolar'dan 20.000 Dolar'a gelmek için yaptığınız her işe katma değer katmanız lazım. Katma değer nedir?

Akıl, zekâ, fikir, tasarım, sanat.!

Bütün bunları katmadan ürettiğiniz hiçbir şey, sizi 10.000 Dolar'dan 20.000 Dolar'a götüremez.”

Akademisyen, yazar, araştırmacı Prof. Dr. Selçuk Şirin.

Boston College ve New York Üniversitesi’nden Öğretim Üyesi Mükemmeliyet Ödülü, ABD Çocuk Gelişimi Vakfı’ndan Araştırmacı Ödülü, dünyadaki en büyük eğitim araştırmacılar derneği AERA’dan Araştırma Büyük Ödülü ve geliştirdiği projelerle Jacobs Vakfı’ndan 2018 Sosyal Girişimcilik Ödülü aldı.

Selçuk Şirin, halen New York Üniversitesi’nde çocuk gelişim ve istatistik dersleri veriyor.

“Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur”. Mustafa Kemal Atatürk

www.servetbasol.com

220228