Türk
Meli-Malı…
Son
günlerde bir genelge yayınlandı. Gerekçesi ile hiç ilgisi olmayan, ama ilk
bakışta sanki olması gerekenmiş gibi algılanan, ülke, tarih, kültür gelişimi ve
değişimini dikkate almayan bir genelge. Daha çok bir alınganlık genelgesi gibi.
Yakın
tarihimize bakarsak, bundan 60 sene önce Almanya’ya ilk gönderdiğimiz ihracat “Türk
İşçi Dışsatımı”, o dönem Almanya’sında değişik eyaletlerde değişik algılara
neden olmuştu. Doğu ve Batı olarak bölünmüş olan Almanya, her milletten işçi
ihtiyacını ayırım gözetmeksizin gelenlerle gidermeye çalıştı. Birleştikten
sonra dahi sıfat dışında Türk sözcüğü hiç değişmedi. Türk halıları en çok
rağbet gören ihracat malımızdı. “Türkische Handgemachte” İran halısı ile rekabet eden tek üründü. Alman’lar
hala bize “Türkisch” derler. Yani Türk. Bizler bu
ismi bir deyişle ölümsüzleştirmiştik, bilmem hatırlar mısınız;
“Türkische Kamerad wird arbeit, warum
Deutschen nicht arbeit?”.
Ben
Belçika’da iken bir gün duyduk ki, Belçika’da önümüzdeki Cuma resmi tatil ilan edilmiş. Nedenini öğrendiğimde çok
şaşırmıştım. O gün tüm televizyonlar, son Belçikalı Madencinin yer yüzüne
çıkışını naklen vermekteydi. Tabi 1964’de Belçika ile Türkiye’nin “Göçmen İşçi”
anlaşması yaptığından haberimiz yoktu. TV’ler artık Belçika medeninde göçmen
işçiler çalışmaya devam edecek dediklerinde anlamıştık. Sonraki ay, 1 Ağustos
1974'te Belçika Kabinesi'nin basit bir kararıyla hükümet, yeni göçmenlere katı
bir sınır getirerek, yalnızca ülkede halihazırda mevcut olmayan niteliklere
sahip kişilerin girişine izin verdi. Resmi göç yasağına benzeyen bu karara,
Belçika'da gizli olarak ikamet eden yabancıların yasallaştırılmasına ilişkin
bir politika da eşlik etti. İkinci önlem, 1975'te oturma izni verilen yaklaşık
9.000 yabancıya fayda sağladı. Bu yabancı işçiler arasında elbet “travailleur turc” dedikleri Türk
işçiler de vardı. Liège pazarında ise Türkçe
alışveriş yapabiliyordunuz. Okulda biz şu varsayımla yetiştirilmiştik. Eğer
yabancı bir arkadaşınız olursa, o dili daha çabuk ve güzel öğrenirsiniz. Biz
Türkler onu becerememiştik ama Liège’li kızlar bunu
becermiş görünmekteydi.! Bir de Faymonville sakinleri,
komşu kasabalar ve köyler tarafından "Les Turcs - Türkler"
olarak adlandırılır. 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'na karşı haçlı
seferlerine katılmayı reddettiği için böyle adlandırıldığına inanılır. Bu köy “village turc”, Belçika ve
Avrupa'nın her yerinden binlerce insanı, özellikle Türkleri çeken yıllık Türk
festivaline bile ev sahipliği yapıyor. Türk Malı atlet, fanila, kumaş, elbise vs.. “Fabriqué en Turquie” hala tercihleri.
Fransa’da,
bundan 20 sene kadar önce oğlumuza Pariste ev
kiralamaya gittik. Tabi kapı kapı gezeceğimizden bir
de araba kiraladık. Biz zaten 5 kişiydik, komisyoncuları da alıp adreslere
gidebilmek için 7 koltukluya da dönüşebilen Citroen
c4 Grand Pıcasso Monospace
kiraladık. Garajdan daha çıkmamıştık ki arkadan sesler yükselmeye başladı; “A,
bakın bu cam Türk Malı imiş. Hatta tüm pencereler..! “Fabriqué en Turquie”,
aynalar dahil arabanın her yerinde var. Bu damganın verdiği güç ile, ev
sahibini razı edeceğimiz hiç aklıma gelmemişti ama oldu.
İtalya
ile olan ilişkimiz, Fransa gibi tarihsel. İtalyanlar iki kişiyi asla
unutmazlar; Attila ve Barba Rossa gibi. Sözcelerini de asla değiştirmezler. Monaco di Baviera, Nuova
York gibi isimleri hala kullanmaktalar. Bizler ise Münşen
ya da Niuv Yuörk diye
taklit peşinde koşmaya devam.
İtalyanlar
için tarih, sadece ders alınacak bir geçmiştir. Yahudilerin bir bölümü Hz.İsa’nın öğretilerine
inandıkları için onları arenalarda aslanlara atmışken, şimdilerde Hz.İsa ve Rab’bin tek
temsilcileri olarak boy gösteriyorlar.
Pompei
gezimiz için gittiğimiz Napoli’de bir kenar restoranda akşam yemeği için oturduk.
Elinde gitarı ile bir Napolili, masa masa dolaşarak yöresel şarkılar
söylemekte, bizim masaya da geldi. Ben eski bir Napoli şarkısı isterken, hanım
çocuklarla Türkçe konuşuyordu. Meraklandı sordu “Nerelisiniz?” diye. “Türküz” dedim. Bir anda sanki elindeki gitar bağlamaya,
şarkı da uzun havaya dönüşmüştü. “I turchi sbarcati dalla nave” adlı çok
eski bir ezgiyi söylemeye başlamıştı. Anlamı ise “Türkler gemiden indi”!
Avrupa’da onlar kadar çok sigara içen millet görmediğim halde neden
birbirlerini “fumo come i turchi” diye suçlarlar bir türlü anlayamadım. Hele
korktuklarında da hala “mamma li
turchi” demelerini, bizden fındık aldıklarında Türk
Fındığı diye övünmelerini de. Belki de dünyaca ünlü Toblerone
çikolatalarına “Nocciole Turche-Türk
Fındığı” sattıkları için olsa gerek.
30
Temmuz 1980 senesi Roma’dan Londra’ya uçtuk. Roma’da üzerimizdeki T-shirt bile bize fazla gelirken, Londra 18 derece idi. Akşamları
da 15-16 dereceye kadar düşüyordu sıcaklık. Otele varışımızdan hemen sonra ilk
mağazaya kendimizi atıp birer süveter aldık ki üşümeyelim diye. Daha kasada
parayı verir vermez üzerimize giyişimize kasiyer kız çok gülmüştü. O gün gezip
otele döndüğümüzde eşim benim kazağın yakasını ters çevirmiş, bana etiketi
gösteriyordu; Mağazanın adının altında “Made In Turkey” yazıyordu. Bu güzel
duygularla gezimizi tamamlayıp İstanbul’a dönmüş ve Londra’dan aldığımız bu
kazakları eşe dosta gösteriyor, onların da övünmelerine neden oluyorduk.
Yukarıdaki
tüm örneklerde Türk, Turkish, Türkisch,
Türkei, Turquie, Turchia, Turkey sözcükleri
kullanılmakta. Günümüzde ise Birleşmiş Markalar Derneği ve Türkiye Markalar
Birliği bu konuda yaptığı çalışmalar neticesinde yayınladıkları Marka Ekonomisi
Raporu isimli bir yayın hazırlamış ve bu yayında Türk Malı (Made
in Turkey) yerine Türk Markası (Turkish
Brands) kavramının yaygınlaştırılması gerektiği
belirtilmişti. “YERLİ ÜRETİM” logosunun da Türkiye’de üretilen tüm ürünlerin
etiketlerinde, tarife ve fiyat listelerinde kolaylıkla görünebilir ve
okunabilir şekilde bulunması zorunludur. Hangi dilde olduğuna bir sınırlama
getirilmemiştir.
Her
sözcük yerinde ağırdır. Taş yerinde ağır der gibi, sözcüklerin de anlamları,
kavramları ve algıları tamamlayan görevleri vardır. Hiçbir zaman “Made In Turkey”
cümlesini “Hindi Yapımı” olarak ne ben algıladım ne de başkaları. Hiç duymadım
ve bu şekilde bana yansıtıldığını da hatırlamıyorum. Bir de sekiz sene İngiliz
eğitimi aldığımı düşünürseniz, İngiltere’de asla böyle bir ne kinaye ne
çağrışım ne de aşağılamaya yönelik bir tavra hiç rastlamadım. Bunu sadece
politik olarak yamayan ABD vatandaşlarında gördüm ilk defa. Muhtemelen siyasi
bir manevra olarak kullandılar. Sıkıştıkça da kullanıyorlar ama şunu da
bilmiyorlar.
Afrika
kökenli Beç Tavuğu, Avrupa'ya “Devlet-i Aliyye” yani
“Büyük Devlet” aracılığıyla gelmiş ve bu sebepten “Türk horozu” veya “Türk
tavuğu” olarak adlandırılmış. Türkçede ise “hindi” sözcüğü, “Hindistan'dan
gelen”, Hind-i anlamına geliyor. Ayrıca “Peru kuşu”, “Hollanda
tavuğu”, "Hint tavuğu", "Fransız tavuğu" da denmekte. Bir
tek Rusça "indeyka" sözcüğü içeriğinde
Amerikan yerlilerine gönderme bulunmaktadır ki Hindinin anavatanı ve
evrimleştiği bölge Kuzey Amerika'dır.
Şu sıralar
sadece İngilizce yazımındaki kötüye kullanımı engellemeye yönelik ve sadece
İngilizce olan “Turkey” yerine hedef gösterilmeden
her ürüne “Türkiye” yazmanın, art fikirlilerin düşüncelerini değiştirmesine ya
da engellemesine yetecek bir durumu yoktur. Bizler zaten Fransa için Fransızca,
İtalya için İtalyanca, İspanya için İspanyolca, açıkçası, hangi ülkeye dış
satım yapacak isek o dilde yazarak göndermekteyiz. Mısır’a dış satımda Rusça yazılması
ne kadar anormal ise Rusya’ya da Arapça yazılması da o kadar anormaldir. Asıl
amaç, önce insan hakları, adalet ve demokraside kaybedilen değerleri yerine
koyarak aşınmış Türk imajına değer kazandırmak olmalı.
Din
sömürüsü yerine zamanı yakalamalıyız. Bakınız şimdilerde kimler neler yapıyor;
BAE,
Dubai’de “Hafta Sonu Tatili” 1 Ocak 2022'de başlamak üzere Cumartesi ve Pazar günleri olarak değiştirildi. Ayrıca Cuma
günü öğleden sonrası da tatil edildi. Yirmi yıl öncesinde sadece Perşembe günü öğleden sonra ve Cuma günleri hafta sonu tatili
idi.
Ayrıca
bundan böyle Cuma saati de yıl boyunca yaz kış 13:15
olarak uygulanacak.!
Tüm
bunlar, uluslararası rekabeti yakalamak için. Gel de rahmetli Mustafa Kemal
Atatürk’ün bundan 87 sene önce bu kararı aldığına, ileri görüşlülüğüne hayran
olma.!
Zamanı
yakalamak, yararlı iş yapmakla olur. Övüneceğimiz ürünlerin kalitesini ve
çeşidini arttırarak olur. Yoksa üzerine ne yazarsak yazalım, o güven bir kere
kaybedildi mi, ağzınla kuş yakalasan, “olmadı, kanadından yakaladın!” diye
burun kıvırırlar.
Of
all afflictions, the worst is self-contempt.
Tüm ıstıraplar arasında en
kötüsü, kendini hor görmektir.
Berthold
Auerbach
211213