Cumhuriyet,
Demokrasi ve Felsefe
Fransız İhtilalinden çıkmış olan Cumhuriyet kavramıyla anglo-sakson tarihin oluşturmuş olduğu biçiminde demokrasi kavramını birbirine karıştırmanın bedelini hepimiz bugün inkar edilmez bir zihinsel karışıklıkla ödüyoruz.
Mesela başındaki örtüyü vestiyere bırakmadığı sürece genç bir müslüman kıza ders salonuna girişi yasaklamayı ele alalım. Cumhuriyetçi “iyi bir davranış” diyerek bunu alkışlayacak, buna karşılık “hayır, kötü bir davranış” diyerek demokrat bundan incinecektir. Biri buna “laiklik” diyecek, diğeri “hoşgörüsüzlük” diyecektir. Bunlar kelime kavgası mıdır? Hayır, ilkeler üzerinde bir anlaşmazlık.
Demokratça davranmaksızın cumhuriyetçi olunabilir. Buna karşılık Belçika ve diğer birçok anayasal monarşiler, cumhuriyetçi olmaksızın demokrat olunabileceğini gösteriyorlar.
Her devrin kendi putları vardır. Bugün bizim putlarımız “insan hakları”, “Avrupa”, “sivil toplum” ve “hukuk devleti” dir (iyi bir şey). Demokrasi bu iri kelimelerin en büyüğü ve uzaktan görünenidir. Ama bizde bu, türle cinsi, sınıfla alanı birbirine karıştıran “valiz” kelimelerden biridir.
Cumhuriyet, özgürlük artı akıldır, hukuk devleti artı adalettir, hoşgörü artı iradedir.
Şunu gayet iyi biliyoruz: Cumhuriyetimize daha fazla demokrasi koymamız gerekir.
Cumhuriyette herkes yurttaş olarak tanımlanır ve bütün yurttaşlar ulusu, ‘ortak bir yasa altında yaşayan ve aynı yasa koyucu tarafından temsil edilen ortaklar birliği’ni teşkil ederler. Demokraside ise herkes ‘topluluk’u tarafından tanımlanır ve toplulukların bütünü ‘toplum’u oluşturur. Demokraside insanlar aynı haklara sahip olduklarından dolayı kardeştirler. Cumhuriyette ise insanların kardeş olmalarının nedeni aynı atalara sahip olmalarıdır. Bir cumhuriyetin siyah belediye başkanları, sarı senatörleri, yahudi bakanları ve tanrı tanımaz profesörleri olamaz. Siyah valiler, beyaz belediye başkanları ve mormon senatörleri olan ancak demokrasidir. Ulusun üstünde insanlık vardır. Toplumun üstünde ise Tanrı.
Paris’te başkan, aşağıdakiler tarafından oylanmış olan Anayasa üzerine yemin eder, Washington’da ise Yüce Varlık’tan gelen Kutsal Kitap üzerine.
Montesquieu şöyle diyordu: ‘Eğitimin bütün gücüne sahip olunan yer, cumhuriyetçi bir yönetimdir’. Cahil insanlardan meydana gelen bir cumhuriyet, kare şeklinde bir dairedir; çünkü cahil biri özgür olamaz, kanunların kaleme alınmasına iştirak edemez veya kanunlardan haberi olamaz. Buna karşılık halkının yüzde ellisinin okuma-yazma bilmediği bir demokrasiyi düşünmek kesinlikle imkansız değildir.
Cumhuriyeti yöneten, evrensel kavramdır; demokrasiyi yöneten ise yerel kavram.
Cumhuriyette her milletvekili tüm ulusun milletvekilidir. Demokraside ise her temsilci kendi seçim bölgesinin temsilcisidir. Birincisi, dünyanın yüzüne hiç kimsenin görmemiş olduğu evrensel insanın haklarını haykırır; ikinci ise Amerikalıların, İngilizlerin ve Almanların haklarını, sınırlı fakat gerçek topluluklar tarafından zaten elde edilmiş olanı savunur.
Çünkü evrensel olan soyuttur, yerel olan ise somut.
Cumhuriyette devlet topluma hakimdir. Demokraside ise toplum devlete. Demokrasi, özel olanla kamusal olanı, kişisel erdemlerle yurttaşlık görevini birbirine karıştırır. Demokrasi rahatlıkla adalet yerine sevgi ve acımayı, kılavuz yerine Papaz John’u, toplumsal soruna tatmin edici bir cevap olarak Kızıl Haç’ı veya şefkat Birliklerini geçirebilir.
Cumhuriyette her köyde iki hassas yer vardır. Seçimle gelenlerin kamunun iyiliği için birlikte müzakerelerde bulundukları belediye ve öğretmenin öğrencilerine bir şeyh’ten vazgeçmeyi öğrettiği okul. Daha iyi söylemek gerekirse Millet Meclisi ve Üniversite. Demokraside ise bunların yerini Mabet ve Borsa alır.
Cumhuriyette toplum, birinci görevi yalnız başına kendi tabii ışıkları ile her konuda yargıda bulunma gücüne sahip yurttaşlar yetiştirmek olan okula benzemelidir. Demokraside ise okulun kendisi topluma benzemelidir.
Cumhuriyette okul, duvarlar ve özel yönetmelikler arkasında kapalı bir yer olmak zorundadır. Çünkü bunlar olmazsa okul, onu her biri farklı bir yöne çeken sosyal, politik, ekonomik veya dinsel kuvvetler karşısında bağımsızlığını (yani laikliğini) kaybedecektir. Biri insanı ortamından bağımsız kılmaya, diğeri ise onu onunla bütünleştirmeye çalışan iki okul aynı okul değildir.
Cumhuriyet okulu sever (ve onu yüceltir). Demokrasi ise okuldan korkar (ve onu ihmal eder). Ama her ikisinin de en çok sevdikleri veya korktukları şey, okulda felsefedir. Bir cumhuriyeti demokrasiden ayırmanın en emin yolu, üniversiteye girişten önce felsefenin lisede öğretilip öğretilmediğine bakmaktır.
Görülecektir ki Avrupa’nın en demokratik bölgesindeki son sınıflarda onun yerini tutan dinsel eğitimdir. Demokratik eğitim sistemleri, felsefeyi, seçimlik bir ruh eğitimi tamamlayıcısı olarak görür. Ona göre bu eğitim, gerçekte papazlarla şairler arasında paylaştırılması gereken bir eğitimdir.
Cumhuriyette ise, amacı öğretileri sergilemek değil problemler yaratmak olan felsefe, mecburi bir ders konusudur. Cumhuriyette, öğrencilerin toplumsal kökeni ne olursa olsun, aydınları organik bir bağla topluma bağlayan okul, özellikle felsefe dersidir.
Cumhuriyet, felsefi bir kavram olduğu için, ebedidir, sonu yoktur. Tarihte sonsuz olarak devam eder. Onu ileriye götüren de bu sonsuzluğun kendisi, bu kendi kendinden memnun olmamadır. Demokrasi ise sosyolojik bir olay olduğu için kendi aynasında kendini güzel bulabilir. Bu kendinden memnun olma –ki sık sık rastlanan bir şeydir– etnosantrik, fakat etkili bir propagandaya imkan verir. Kendisini aşılmaz bir şey olarak gördüğü için bir demokrasi belli bir vicdan huzuru ile kendisini bir model olarak sunar. Buna karşılık kendisini kusurlu ve düşlediği evrensel cumhuriyet bakımından daima özel bir durum olarak gördüğünden bir cumhuriyet, her zaman ancak bir örnek olmak zorundadır.
Kanaatin yasa hükmünde olduğu demokraside, değer verilen tek şey paradır. Kanaat meydana getiren araçlar gerçekten gitgide daha pahalı olmaktadır. Onda imge, kavramın ayağını kaydırmakta, sözel olan yazılı olana hâkim olmaktadır. Bir demokrasinin seçim kampanyalarında afiş, adayın ucuza mal olan beyaz üzerine siyah yazılmış görüş ve düşüncelerini değil, pahalı olan renkli resimlerini sergiler. Bundan dolayı demokraside reklamcı politik sorumluya, yani kural olarak seçimden sonra hareketlerini basın-yayın vasıtalarının şantajına göre ayarlamak zorunda kalan kişiye emretmektedir.
Cumhuriyetin birincil erdeminin hafıza olmasına karşılık, demokrasinin gücü unutmada yatar. Eğer elinizde tarihten başka bir şey yoksa, geçmişten kendinizi ayırmanız, kendi kendinizi sakatlamanızdır. İnsanı yapan Tanrı olduğunda ise, Tanrı onu her doğuşunda yeniden yapar. O macerasına sıfırdan başlar. Cumhuriyette bundan dolayı en büyük değer kütüphaneye, demokraside ise televizyona verilir.
Yoksulluk bir demokrasiyi üzer, ama bir cumhuriyeti sarsar. Demokrasi, maksimum bir dayanışma ve birkaç bağış ister. Cumhuriyet, minimum bir kardeşlik ve birçok kanun. Demokrasinin vakıflara havale ettiği şeyi Cumhuriyet, önce bakanlardan talep eder.
Cumhuriyetçinin en iyi olduğu şey, yazı; demokratınki ise sözdür. Biri insanları araya mesafe koyarak ayartır. O, soğuk biridir. Sadık, ancak bencil bir yaratıktır. Diğeri sıcakkanlıdır, kendisiyle daha kolay ilişki kurulabilir. Herkese ve hemen zevkli anlar sunabilir. İnsana yakındır, ancak havaidir. Topluluk önünde konuştuğunda cumhuriyetçi tumturaklı görünür. Söylediği doğru olabilir ama sahte görünür. Demokrat, neşeli ve esprilidir. Belki söylediği doğru değildir, ama öyle görünür.
Politik iktidarın her ahlaki düşüşü, dinsel otoritelerin politik ilerleyişi ve para feodallerinin yeni bir küstahlığı ile ödenir. Kuralsız ve disiplinsiz salt bir acıma ve güzel sözler toplumu, tahmin edilemeyecek acımasızlıklara yol açar. Tarihin ileriye doğru daha iyi sıçraması için bazen geriye doğru adım atması gerekliymiş gibi geleceğin yaratılmasının bu tür hileleri vardır.
Gerçekten kendi tarzında geriye doğru ilerlemenin bizi iki tür geriye dönüş arasında bir seçim yapma durumunda bırakması mümkündür: Dinsel geriye dönüş veya cumhuriyetçi geriye dönüş. Kabileler veya ulus; papazlar veya lise müdürleri.!
-Regis Debray - “le Nouvel Observateur” 30 Kas 1989
http://www.anafikir.gen.tr/cumhuriyetci-misiniz-demokrat-mi-regis-debray/-Çeviri: Prof. Dr. Ahmet ARSLAN -
12 sayfa tutan bir yazının sadece ilgili bulduğum kısımlarını yukarıda topladım. 32 sene önce yazılmış olan bu yazının tamamını okumanızı dilerim. Fransız yazar bu yazının başlığında çok tanıdık iki kavramdan hangisine daha yakın olduğunuzu soruyor, êtes vous-démocrate ou républicain? Bu kavramlar ki çokça ve çok sık duyup kullandığımız kavramlar. Peki bu kavramların yaşantımızdaki etkisini ve yerini neden kimse irdelemedi ve sorgulamadı? Bunu da yine yazar, felsefe ile cevaplamakta.
2021 YKS Sistemi sonuçları açıklandı.
TYT, AYT ve YDT gruplarındaki başarı yüzdelerini şu şekilde yayınladı;
Türkçe …………………… %46
Türk Dili ve edebiyatı %25
Felsefe …………………. %15
Temel Matematik …. %14
Matematik …………… %13
Artık bilim yapmadığımıza göre matematik, biyoloji, fizik ve kimya yüzdeleri bizi ilgilendirmiyor. Türkçe ile Türk Dili ve Edebiyatı, yüksek ortalama tutturmuş ise, bunun Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı olduğuna şüphelerim var. MMU için iki Arapça bir Türkçe kullanmanın ilginç bir örnek olduğunu söylemeliyim. Ya Milli Muharip Tayyare dersin Arapça ya da Ulusal Savaş Uçağı dersin Türkçe. Aynı şekilde Yerli ile Milli kavramlarını da bilmeden kullanıyor olmak, hele birlikte kullanmak, nasıl bir Türkçe öğretildiğinin (ya da öğretilmediğinin) aynası. Sözcüklerin anlamlarını, nerede hangi anlamda kullanılacağını, nasıl yazılıp nasıl söyleneceği hakkında köklü bir çalışma yapılmamakta. Bizler çok değişik saha ve çeşitli konularda kitaplar okuyarak (bir de Türkçe Kompozisyon dersi vardı), Tiyatro yaparak öğrendik ve dilimizin hakkını vermeye hala çalışmaktayız.
Aslında insanın derdi dil değildir. İnsanın derdi, dilin içinde bulunan içeriktir. O içerik, ahlaktır, siyasettir, merhamettir, güçtür, yaşam üzerine düşünmek ve konuşmaktır. Nasıl bir konuşma? Makul, mantıklı, birikimlerimizden insan hakkında, tarih hakkında, dünya hakkında, birikimlerimize uygun bir dil. Bu kadar önemli adamların, bu kadar önemli konularda söyledikleri hem bitmez hem de unutulmaz.
Bizde ise söyledikleri ile
kalıyorlar, dinleyen yok. İşin en kötü tarafı ise hem Cumhuriyetçilerin hem de
Demokratların en çok korktukları ders ise felsefe. Bir cumhuriyeti demokrasiden
ayırmanın en emin yolu, üniversiteye girişten önce felsefenin lisede öğretilip
öğretilmediğine bakmaktır. Felsefe düşünmeyi, sorgulamayı ister. Bizde ise
düşününce kafamıza zararlı fikirler doluşur, sorgulamaya başlayınca da birileri
hesap vermek zorunda kalır. Biz de bunu ‘biat’ ile engeller ve aşarız.
Hani konuşmanın sonunda ‘ne sen sor ne ben söyleyeyim’ denir ya!
Ne sen düşün ne de ben sorgulayayım.!
I never think of the future - it comes soon enough. / Geleceği hiç düşünmem, yeterince hızlı gelecektir.
Albert
Einstein
210913