Düşün
düşün…
Düşünmenin amacı
nedir?
Bu soruyu bir
beyin bilimcisine sorarsanız beyin bilimci der ki,
“Düşünmenin amacı
düşünmeyi durdurmaktır.”
Bununla ne demek
istiyor? İşte şunu:
Düşünme bir yüksek enerji faaliyetidir; çok fazla enerji gerektirir.
Yani ne zaman
düşünsek, olabildiğince kısa düşünmeye çalışırız ve sonra otomatik pilota
döneriz. Hayatımızın %95'inden fazlasını otomatik pilotta geçiririz.
Eğer beyniniz
otomatik pilottaysa, bu bilim insanlarının “mental miyopi” dediği tünel görüşü olarak da bilinen şeye yol
açar. Tünel görüşüne sahipseniz bu biraz problem, çünkü bu durum insanların
kendi performansları konusunda kafalarını karıştırır.
Çünkü insan, tanımlanmış
sınırlar içinde düşünür.
Sınırlarımızdan
biri yasal sınır, yasal çerçevede düşünürüz. Teknolojik sınırlar, fiziksel
sınırlar ve başkaca sınırlar içerisinde de düşünürüz ama ayrıca ahlaki sınırlar
içinde de düşünürüz.
Sektörünüze veya
profesyonel alanınıza yakından bakarsanız, siz de çok küçük bir çerçeve içinde
düşünüyorsunuzdur. Bu sınırlar sektörel standartlar
veya sektör normları olarak adlandırılıyor.
Örneğin, restoran
işindeyseniz sektör standardı insanların sizin işletmenize gelip emek yemesi ve
parasını ödemesidir. Standart budur; herkes böyle yapıyor.
Başka bir örnek,
bankacılık işindeyseniz norm, insanların size para vermesi, çok teşekkür ederim
demeniz ve parayı başka birine vermenizdir. Yani, bankacılık bu!
Bunlar
standartlar, sektör veya profesyonel alandaki normlar.
Ama bilmeniz
gereken şu: 'norm' kelimesi 'normal' in kısaltmasıdır.
Başka bir
deyişle, herkesin yaptığını yaparsanız herkesin elde ettiği sonuçları elde
edersiniz ve bunlar “normal” sonuçlar olur.
Bildiğimiz şu ki,
insanların ancak %3'ü olağanüstü sonuçlara ulaşabiliyor.
Bir mobilya işine
sahip olsaydınız ve bir gün müşterilerinizin mobilyalarını artık monte etmemeye
karar verseydiniz, muhtemelen sonunda IKEA adlı şirketin sahibi olurdunuz.
Ve iş yüksek
performansa geldiğinde çoğunluğun her zaman yanıldığını anlayıp
sonunda işleri düzeltmeyi bırakıp bunun yerine büyük inovasyona
(yaratıcılığa) geçersiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=VNGFep6rncY&list=PL9JMBHgoltvtX-PyD6hcK6prNh5EJ9Tah&index=7&t=149s
Tweed
ve Tweedcilik.!
New York'taki Demokratik Parti'nin merkezi olan Tammany Hall’daki konumunu pekiştiren William M. Tweed, 1860'a kadar tüm Demokrat Parti adaylarını kontrol etti. Patron Tweed’in, "Adayları ben seçtiğim sürece kimin seçeceği umurumda değil." demesi ile ünlüdür.
Tweedcilik, bir grubun rant arama davranışını yerine getirmek için karar verenleri kontrol ettiği yozlaşmış, çarpık bir demokrasi anlayışına denir. Bir parti başkanının Milletvekili adaylarını kendisinin seçmesi gibi.!
Türkiye'de
1965 seçimleri hariç, 1961 yılından bu yana: Belçikalı matematikçi Victor D'Hondt tarafından geliştirilen ve nispi temsil oranlarını
belirleyen D'Hondt Sistemi uygulanıyor. D'Hondt Sistemi'nde bir seçim bölgesinde partilerin aldığı
oy miktarı, o bölgenin milletvekili sayısına ulaşana kadar 1'den başlayarak
bölünüyor. Partilerin bu bölünmelerle elde ettikleri sayılar en çoktan en aza
diziliyor ve milletvekili sayısı dağıtılıyor. Bu hesaplama, bölgedeki
milletvekili sayısına ulaşılana kadar devam ediyor. D'Hondt
Sistemi de kendi içinde ülke veya bölge barajlı ve barajsız olmak üzere üçe
ayrılıyor:
Barajsız: Burada başka kriterlere girmeden, bölünme
yoluyla elde edilen oy miktarlarına göre dağılım yapılıyor:
Bölge Barajı: Her seçim çevresinde bir partinin
milletvekili çıkarabilmesi için oy sayısı, oranı ya da ondalık birim olarak bir
baraj belirleniyor ve bunun altında kalan partiler hesaplamaya dahil edilmiyor.
Ülke Barajı: Ülke genelinde oy oranı belli bir düzeyin
altında kalan partiler ve yeni düzenlemeyle ittifaklar milletvekili
çıkaramıyor. Türkiye'de şu an yüzde 10 ülke barajıyla birlikte D'Hont Nispi Temsil Sistemi uygulanıyor.
Barajlı
sistemin ilk kez uygulandığı 1983'ten bu yana yapılan 10 genel seçimin
altısının ardından tek parti hükümeti kurulurken, dördünden ise bir parti
mutlak çoğunluğu ele alamadı. 7 Haziran 2015'teki genel seçimlerde hiçbir
partinin TBMM'de çoğunluğu elde edememesinin ardından cumhuriyet tarihinde ilk
kez bir yılda ikinci kez yeniden genel seçim yapıldı.
İrem Köker BBC Türkçe. 14 Kasım 2017
Uzmanlara
göre, tek parti hükümeti ile özdeşleştiren istikrar kavramı ile temsil adaleti
arasında genellikle ters bir orantı bulunuyor. İstikrarı teşvik etmek isteyen
sistemlerde, temsil adaletinin daha az olduğu görülüyor.
Temsilde
adalet ve istikrar konusunda bakılan ikinci gösterge de "aşkın
temsil" oranı.
Bu,
bir partinin seçimlerde aldığı oy oranı ile TBMM'de kazandığı sandalye oranı
arasındaki farkı gösteriyor. Bu farkın büyüklüğü temsilde adaletsizlik
yaşandığının bir göstergesi olarak kabul ediliyor.
Seçim
sistemlerinin temsil adaletiyle ilgili bakılan üçüncü kriter, geçerli oyların
meclisteki sandalye dağılımında ne kadar temsil edildiği.
Bu
açıdan, özellikle % 10 seçim barajının uygulamaya
sokulmasının ardından temsil edilmeyen, yani baraj dışında kalan oy oranının
arttığı görülüyor.
Bu anlamda, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde meclis dışında kalan en yüksek oy oranı 2002 seçimlerinde
yaşandı. Seçimlerde yalnızca iki partinin (AKP ve CHP) barajı aşması, TBMM'de
temsil edilmeyen oy oranının da rekor düzeye ulaşmasına neden oldu ve cumhuriyet tarihinde ilk kez geçerli oyların yüzde
46'sı meclis dışında kaldı.
Erol Tuncer Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TESAV)
Başkanı
19.
yüzyılda, “parti” adı verilen unsurun ortaya çıkışı seçimlerin anlamını, seçimlerde
seçmenin rolünü ve seçmenle temsilci arasındaki ilişkileri büyük ölçüde
değiştirmiştir. Parti unsurunun bulunmadığı devrelerde seçimlerin anlamı,
göreve talip olanlar arasından seçmenin, kendisini temsil yetkisini ve görevini
vereceği kimseleri seçmesidir.
Ancak
siyasî partilerin, kendilerine birtakım bağlarla bağlı olan bu
milletvekillerinin seçiminde, daha onların aday tespiti safhasından başlayarak
söz hakkına sahip olmak istemeleri, ortaya birtakım sorunların çıkmasına yol
açmıştır. Siyasî partilerin seçimlerde, seçmenin karşısına birtakım aday
listeleri ile çıkması ve seçmenin partiler arasında seçim yaparken hür olması,
fakat kimlerin yönetici olacağını tespit ederken partinin iradesine boyun eğmek
zorunda bulunması; bu sorunları yaratan nedenlerin başında gelmektedir.
Seçmene,
partilerin listelerindeki isimlerde ve onların sıralanmasında bir değişiklik
yapma hakkının bırakılmadığı sistemlerde haklı olarak, seçimin yalnız bir parti
seçimi haline geldiği; milletvekillerinin kimler olacağının ise önceden
partiler tarafından seçmene sorulmaksızın tespit edildiği iddiaları ortaya
atılmaktadır.
Adaylık Kavramı ve
Türkiye'de Milletvekili Adaylığı
Dr. Oya ARASLI Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku
Asistanı
İngiltere
ve Fransa’da sırasıyla 12. ve 13. yy’lar, temsili
demokrasinin başlangıcı olarak kabul edilir. 1790’larda artık temsili
demokrasi, yeni bir anlam kazanmış ve sistem oturmuş görünmektedir. Sanayi
devrimi ile artık toplumsal, siyasi ve ekonomik koşulların siyasi partileri ve onların
niteliklerini tayin eden unsurlar olarak ortaya çıktıklarını görmekteyiz.
II.ci
Dünya savaşının topluma kazandırdığı en olumlu sonucu ise hemen tüm anayasalara
“parti” kavramının girmiş olmasıdır. Bu oluşum ise artık temsilcilerin toplum
adına tam bir irade bağımsızlığı içerisinde hareket etmelerini kısıtlamaya
başlamıştır. Artık aday öncesi bir “aday adayı” kavramı vardır ve parti
tarafından “aday” gösterilmeme endişesi beraberinde başka sorunları da
getirecektir.
Demokratik
rejimlerde, seçimin veya oy hakkının seçmenler için beğendikleri temsilci
lehine oy kullanmak suretiyle iktidara katılmalarına yol açan bir vasıta
olduğunu da belirtmeliyiz. Bunun hukuktaki adı “eşitlik” tir. Seçme ve
seçilmedeki eşitlik.! Bu da beraberinde “çoğunluğun azınlığa tahakkümü”
kavramını yaratacaktır.
İnsanların
oy kullandığı bir oylama sistemimiz var, ancak ilk aşamada, hangi adayların
yarışmasına izin verileceğini belirleyen bir Para önceliği var. Ancak kendi
finansmanı kendi yapanın yarışmacı olduğu ve finansmanın Birincil (ön şart)
olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. (Aday adaylığı için 2018’de en az 2.500TL,
en fazla 10.000TL alındı). Sonra da bu Tweed’lerden
birisi, adayları belirleyecektir.
Az
eğitilmiş bir halk ise partiye yardım, aday adaylığı harcı vs. adı altında
verilen paralara bakıp siyaset benim için değil diyerek geri çekilecek ve oy
verdiğinde kime oy verdiğini bilmeden sadece kendi çıkarı için oy
kullanacaktır. Ülke çıkarı artık söz konusu değildir. Yaşayabilmek için parti
şemsiyesine yakın olup iş, aş ve çıkar peşinde koşmak zorunda kalacaktır. Buna
karşın seçimleri bir yatırım olarak gören aday adayları, seçildiklerinde
yatırdıkları parayı misli ile geri almanın yollarını arayacaktır.
Kendinizi çoğunluğun
yanında bulduğunuzda, durup düşünmenin zamanı gelmiştir.
Mark Twain
Çoğunluk her zaman
yanılırken; azınlık nadiren haklıdır.
Henrik Ibsen
201228