Üniversitelerimiz…
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü mezunu. Mastır
ve doktorasını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladı. Sonra
Finlandiya’da Kuopio Üniversitesi Biyoteknoloji
Bölümü’ne doktora öğrencisi olarak gitti. 11 yıl kaldı. Bu süreçte, insanlarda
damar sertliği, eklem kireçlenmeleri, böbrek taşları gibi “patolojik
kalsifikasyon” denilen hastalıklara sebep olan potansiyel etkeni Finli bir tıp
doktoru arkadaşıyla birlikte buldu. Tedavi ve teşhis yöntemlerini patentleyerek Amerika’nın ve Japonya’nın çeşitli tıp
merkezlerinde uygulamaya başladı. 1998 yılında Upsla
Üniversitesi tarafından Nobel Tıp Ödülüne aday gösterildi. Bir gün gök bilimci
Carl Sagan’dan (Ünlü Cosmos belgeselinin yaratıcısı) surpriz bir telefon aldı. Sagan, NASA’da Dr. David McKay ile çalışmasını önerdi. Daveti kabul etti ve NASA’nın
Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nde yönetici bilim insanı olarak çalışmaya
başladı. Projeleri; astronot sağlığı ve Dünya dışı ortamlarda hayat araştırmak
(nanobakteriler) üzerineydi.
Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, Ankara Tıp Fakültesi’nde
asistan iken doktorasını bitirmek üzereymiş. Astım hastalığı hakkında bir tez
hazırlamış hocalarına sunmuş. Bölüm başkanı olan hocası tezi herkesin gözü
önünde çöpe atmış. O çöpe atılan tezi birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük
bilimsel dergisinden birinde yayınlanmış. Ankara ona doçentliğini vermediği
için Finlandiya’da Doçentlik unvanı alan ilk yabancı olmuş.
Finlandiya’da bakteri çalışmaları yaparken Bilkent
Üniversitesi Rektörüne ve Genetik Bölümüne başvurarak “Gelin bunu birlikte
yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” önerisini yapmış. Gelen yazılı yanıtta
“Başka işiniz mi yok, siz galiba iş arıyorsunuz” deyip kabul etmemişler.
Kendisi kireçlenmenin müsebbibi olan ve nanobakteri adı verilen mikrobu bulmuş. Bu buluşu nedeniyle
dünyanın her yerinden davetler, ödüller almış. 2,5 yıldan beri NASA’da
(Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi) çalışan ve Nobel Tıp Ödülü'ne aday
gösterilen ilk Türk Bilim kadınıdır.
Dünya çapında tanınan ve buluşlarının patent değeri
yüzlerce milyon Dolar olan böylesi büyük bir bilim adamını Türkiye tanımıyor,
Türk yetkililerden aldığı tek bir tebrik bile olmamış.
Türk olması her yerde kendisi için büyük bir sorun
olmuş. Finlandiya’da Türk olduğundan hiç biz zaman söz edilmemiş. Vatandaşlık
başvurusu bile yapmamış ama O'nu hep Finli gibi tanıtmışlar dünyaya. Mesela
NASA’ya gittiğinde, Finlandiya'nın tüm gazeteleri “NASA’ya giren ilk Finli”
diye başlık atmışlar.
-
Şu sıralar sevgimizi kaybettik. Zaten böcek gibi yaşıyoruz, kısacık. Evrensel
bir düzen içinde insanın 70-80 yıl yaşaması nedir ki? Bir Fransız’ın güzel bir
lafı var: “İnsan hayatı tuvalet kâğıdı gibidir. Önce hiç bitmeyecek sanırsın
ama yarıladıktan sonra çabuk biter.”
Ahmet Ertegün, Arif
Mardin, Aziz Sancar, Karsu Dönmez, Aylin Tezel, Fatih
Akın, Ferzan Özpetek, Emrah
Yücel, Eren Bali, Mehmet Öz, Muhtar Kent, Hamdi Ulukaya, Süreyya Ciliv, Tuygan Göker, Özer Baysal,
Uğur Şahin, Özlem Türeci, Albert Burla, Prof. Dr.
Mete Atatüre ve daha yüzlercesi.
Padişah, baş
vezire sormuş:
- Eğitim mi
önemli, karakter mi?
Vezir hemen cevap
vermiş:
- Karakter
önemlidir sultanım!
Padişah,
memleketin her yanına tellallar göndermiş:
- Duyduk duymadık
demeyin… En iyi hayvan eğiticisine 100 kese altın ödül verilecek!
Yapılan
elemelerden sonra bir kişi, ‘ülkenin en iyi hayvan eğiticisi’ olarak Padişah’ın
huzuruna çıkmış. Padişah sormuş:
- Bir kedi’ ye
tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretirsin?
- Altı ayda
öğretirim padişahım!
Aradan altı ay
geçmiş. Eğitici huzura alınmış. Padişah sormuş:
- Öğrettin mi?
- Öğrettim
padişahım!
Saray erkanı
toplanmış. Hünerli kedi elinde tepsiyle servis yapmaya başlamış. Tam baş
vezirin önüne geldiği zaman padişah sormuş:
- Ey vezir! Söyle
bakalım, eğitim mi önemlidir, karakter mi?
Vezir, padişahın
sorusuna cevap vermeden önce, kaftanının altında hazır tuttuğu bir fareyi yere
bırakmış. Kedi, fareyi görünce tepsiyi attığı gibi farenin peşinden koşmaya
başlamış. Altı aylık eğitim de boşa gitmiş. Vezir, padişahın sorusuna cevap
vermiş:
- Karakter
önemlidir padişahım.
Önünde bir fare
gördüğünde her şeyi unutan bu kedi gibi, eline bir fırsat geçtiğinde çıkarının
peşinde koşan, eğitimli ya da eğitimsiz karakteri bozuk insanlar hep etrafımızda.
Eğitim denince, bilimsel
olmayan ve ne kadar ayağı yere basmayan bilgi var ise çocuklarımızın kafasını
onunla dolduruyoruz. Edebiyat, felsefe ve mantık eğitimi görmeyince de
kişilikleri oluşmamış insancıklar yetiştiriyoruz yeteneğine bakmadan.
Şimdi bakın,
normal koşullarda, çocuklar doğduğunda %5'i, "üstün nitelikli" doğarlar.
Sizin burada
hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Onlar “üstün niteliklidirler”.
Biz ise o %5'i
alıyoruz, 12 yıl eğitiyoruz ve bu oranı %2.2'lere
kadar düşürüyoruz.
Bizim en büyük
sıkıntımız bu. Köy enstitülerinin duvarında;
“Burada hiçbir
balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz” yazıyordu.
Japon okullarında öğrenciler
4. Sınıfa kadar asla sınava girmezler. Amaç, çocuğun bilgisini ölçmekten çok o çocuğa
iyi bir ahlak ve sağlam bir karakter edindirmektir. Japonya’da öğretmenler bilgiden önce
ahlaklı olmayı öğretirler. Okulun ilk üç yılında Japon çocuklara insanlara saygı duymaları
ve hayvanlara ve doğaya karşı nazik olmaları öğretiliyor. Çok genç yaşta cömert, şefkatli
ve empatik olmayı da öğrenirler. Bu dönemlerde öğretilen diğer beceriler metanet, özdenetim ve adalettir.
Japon eğim sistemi, öğrencilerin kendi sınıflarını ve diğer okul alanlarını temizlemelerine izin vermenin,
onlara birbirlerinin işlerini takdir etmeyi ve diğer insanların çalışmalarına nasıl saygı duyacaklarını
öğrenmeyi öğrettiğine inanıyor.
Bizim eğiterek körleştirmeye
çalıştıklarımız eğer bilime kıymet veren ülkelere gitmişlerse,
işte o zaman onların isimlerini yukarıdaki listelerde görebilirsiniz.
Kimse artık
sormuyor “cehennemde bizim kazanın başında neden zebani beklemiyor?” diye.!
Biri beklese, onu
da kendimize benzeteceğimiz için olsa gerek.!
İçtenlik ile
nezaket birleşmedikçe “zarafet”,
Yetenek ile çaba birleşmedikçe “marifet”
meydana gelmez. (Dücâne
Cündioğlu)
201116