Doç. Dr. Hatice Çoban Keneş
Hemen
herkes belli bir konjonktürde, birden kendini ırkçı söylemler içinde bulabilir.
Irkçılık,
ideolojik anlam yükleme süreci. Kime?
Hâkim
değerlerin dışında kalan herkese ideolojik anlam yüklüyoruz.
Öteki
olarak işaretlediğimiz kesimlere yönelik imgesel anlam yüklüyoruz olumsuz
olarak. Bu anlamda ırkçılık biçim değiştirdi, şekil değiştirdi. Çocukların
istismar edilmesi, onlara tecavüz edilmesi yasal mı? Hayır! Yok mu oldu? Hayır!
Hatta yakın zamanda Şırnak’ta, Batman’da yaşananlarla yeniden sarsıldık. Kadına
şiddet yasal mı? Hayır! Ancak var.
Her gün
birkaç kadın öldürülüyor.
Irkçılık
kelimesini dile getirdiğimizde “Yok ya Türkiye’de ırkçılık yok. Dünyada
ırkçılık yok” diye bir itiraz yükselir. Doğru, bildiğimiz klasik anlamda
ırkçılık yok; ama daha çok gündelik dilde, söylemde dolaşıma giren üstü örtük
olarak aşağılanmaya, bütün farkları tıpkı biyolojik bir ten rengi farkı
gibiymiş gibi temel alan ayrımcılık biçimleri var.
Daha da
önemlisi cinsiyet temelli, dini, etnik temelli işleyen farklı ayrımcılıkları da
bir arada, birbirine iliştirerek üretilen bir ırkçılık var günümüzde.
Bazı
halkların diğerlerinden üstünlüğü üzerine kendini kurmaktan daha çok, kültürel
farklılıkların bir arada yaşamaya engel olduğunu ileri süren, farklı kültürler
arasındaki sınırları kaldırmanın ve farklı yaşama biçimlerinin, gelenek ve
göreneklerin bir arada olmasının “uyuşmazlığı” üzerinden kendini
meşrulaştırmaya çalışan yeni ırkçılığın bu halini Etienne
Balibar da, Pierre A. Taguieff’e atıfla “ırksız ırkçılık” ya da “yeni ırkçılık”
olarak adlandırır.
Eğer
politik ve toplumsal sistem ırkçı-ayrımcı ise medya da bu sistemin parçasıdır,
bunu kabul edelim. Medya da hâkim değerlerin, hâkim söylemlerin, hâkim ekonomik
yapılanmanın bir parçasıdır. Dolayısıyla o sistemi devam ettiriyor. Elbette
kendi başına ırkçılık, ayırımcılık üretiyor ama içinde bulunduğu ayırımcı
sistemin de devamıdır. Bu anlamda aslında medya “biz”in
dışında bırakılan “öteki”nin, azınlıklaştırılan
kesimlerin kimler olduğunu görmenin en kestirme yolunu gösteriyor.
Yeni
ırkçılık gerektiğinde cinsiyetçilik, gerektiğinde etnik kimlik, gerektiğinde
dini kimlikleri ayrımcılık aracı olarak kullanabiliyor. Medya her yerde, sözel
ve işitsel kodlarla ürettiği içeriklerle, hızla dolaşıma soktuğu yargılarla ve
elbette bir keyfilik süreci içinde bizi zorlamaksızın etkiliyor zihinlerimizi.
Kavramlar öyle yerleşmiş ki bizler “adam akıllı, adam gibi” ya da “insanoğlu,
bilim adamları” gibi kavramları kullanarak cinsiyetçi bir dil kullanıyoruz ve
bunun kadını yok sayan ve her şeyi erkeklik üzerinden tanımlayan bir
ayırımcılık olduğunu bile fark edemiyoruz. Aslında bu açıdan yeni ırkçılığı
anlamak kendimize de bir ayna tutmamızı sağlayacak. Öte yandan Kürtler,
Aleviler, Ermeniler, yabancılar, Ruslar.. yani bilmediğimiz kesimlere dair var olan bilginin kaynağı
nereden?
“Boşanmak
isteyen kadın 10 yerinden bıçaklandı”
Bu haber
sanki durumu tanımlayan normal bir haber gibi geliyor. Ancak habere yakından baktığımızda
boşanmayı istemek bir suçmuş gibi, kadının bıçaklanmasının sanki haklı nedeni
gibi gösteriliyor ve fail yani bıçaklayan kişi, suç işleyen kişi gizlenmiş,
yani görünmez kılınmış. Aslında bu sıfatların damgalama ve suçlama aracına
dönüştüğünü görmemiz ve ona göre kullanmamız gerekir. Bu tutum gündelik
dilimize de sirayet ediyor ve bir kesimin gördüğü kötü muamelenin
haklılaştırılmasına, meşrulaştırılmasına ve normalleştirilmesine aracılık
ediyor.
Medya
sahipleri, editörleri, muhabirleri hâkim söylemin dışına çıktıklarında,
iktidara muhalefet ettiklerinde, ötekinin sesi-azınlıkta olanın sesi
olduklarında bunun bedelinin olduğunu biliyorlar; cezalandırma, ekran kapatma,
dağıtımın engellenmesi, reklamları kesme, para cezaları, işten çıkarılma vb gibi.
Benim iyi
olmam için ötekinin kötü, benim temiz, pak olmam için ötekinin kirli olması
lazım.
Yeni ırkçılığın kirli ötekileri.
***
16.09.2020
Hürriyet Irkçılık Haberleri:
Irkçılık: Irkçılık ile ilgili tüm haberleri ve son dakika Irkçılık haber ve
gelişmelerini bu sayfamızdan takip edebilirsiniz. Toplam 5.462 Irkçılık haberi
bulunmuştur.
Bu sadece
bir gazetede yer alan bir döküm!
Irkçılığın
ve milliyetçiliğin ilk yaygın olarak ortaya çıkışında Fransız İhtilali örnek gösterilir.
Sonraki gelişmelerle İskandinav ırkçılığı, Nazi ırkçılığının da ötesine geçmiş
olsa da İsviçre’de mevcut köle çocuk kavramı ve uygulamasını bizlere anlatmaya
çalışan Heidi çizgi filmi aslında bu ırkçılığın boyutlarını gözler önüne
sermektedir.
Medya,
politik akım ile istenirse ırkçılığı körükler, istenirse de karşı çıkıp “barış
içinde birlikte yaşama” (Мирное
сосуществование)
hakkı üzerine izlenen bu yolu 2017'den beri savunup, 16
Mayıs'ta “Uluslararası Barış İçinde Birlikte Yaşama Gününü” olarak birlikte
kutlamakta olduğumuzu öne çıkarmadan geçiştirir.
“Çatışmalara, nefret
eylemlerine, kendinden olmayanın ötekileştirilmesine ve ayrımcılık eylemlerine
düzenli olarak maruz kalındığı bir dünyada, barış arayışı ve uyumlu bir şekilde
birlikte yaşama iradesinin gösterilmesi şimdiye kadar hiç bu kadar önemli
olmamıştır. UNESCO ve Birleşmiş Milletler bir bütün olarak, insanlara barışı
sağlama amacıyla günlük temelde çaba göstermektedirler, çünkü barış 2030
Programı’nın sadece ana hedeflerinden biri değil, sürdürülebilir kalkınma ve
ortak fayda için bir ön koşuldur.”
UNESCO Genel
Direktörü Audrey AZOULAY
(2019 Barış İçinde Birlikte Yaşama Gününü mesajından)
“Barış içinde birlikte yaşama” Soğuk
Savaş döneminde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği tarafından
geliştirilmiş teori olarak bilinse de Türklerin tarihinde bu tür örnekler
çoktur. Ulu Hanlar bile eşlerine “benim Han’ım” derlerdi. Irkçılık ve
ayrıştırmanın reddedildiği kayıtlara geçmiş hemen ilk örneği olan Fatih Sultan Mehmed’in Konstantiniyye’yi
aldığındaki ilk ve ikinci fermanları, ABD’nin kuruluşundan 75 sene sonra kendi
ülkesinin kalkınma hamlesi için Anadolu’ya gelmesi (Bknz:
Neden
Harf Devrimi), Mustafa Kemal Atatürk’ün Avrupa ve
Balkanlarda milletlerin hasletlerini birleştiren eğitim hamlelerini görüp 1924’de
Tek Tip Eğitim’in (Tevhid-i Tedrisat) yanısıra 1932’de de Halk Evlerini
kurarak yetenek bazlı sanat eğitimlerine başlaması, 1940’da kurulan Köy Enstitüleri,
milletçe kalkınma ve modern bir Cumhuriyetin temel taşlarıydı.
Türklerde ırkçılık, ayrımcılık,
ötekileştirme hiç olmadı. Tüm komşularını düşman belletip, yetmezmiş gibi
içimizde de düşman yaratmanın önüne geçemedik. Zamana uyup bilime yönelmemizi
hep engelledi ABD. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra II. Dünya Savaşı
galibi olarak gerek gücü, çoğunlukla da korkutarak yaptığı ikili anlaşmalar,
Uluslararası Kurumlar (ICAO-1944, Birleşmiş Milletler-1945, UNESCO-1946, IMF-1945,
WHO-1948, FAO-1945, IMO-1948, WMO-1950 vs..) üzerindeki gücü ile bugüne
gelindi. Nazım Hikmet’in karşı çıkması onun hayatına mal olacaktı nerede ise
yazdığı “23 sentlik asker” şiiri.
Bu, böl ve yönet illeti gereği ülkemizde
hala sık sık kullanılan çağrı “Birlik ve Beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz şu
günlerde” bizi hiç uyarmadı, uyandırmadı. Bizi bir arada tutacak politikalar
yerine güdülen ayrıştırma politikaları sonucu “ayrışacağımız” gerçeğine hiç bu
kadar yakın olmamıştık.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u aldığında yayınladığı ilk fermanı herkes bilir;
"Tüm inançlar benim korumam altındadır."
Ama ikinci fermanı kimse bilmez.
"Konstantiniyye'yi terk etmiş olan her zanaatkara geri dönmesi halinde tüm mal varlıkları iade edilecek ve dönüşü nedeniyle de mükafatlandırılacaklardır."
Düşünün, şehirde terzi, duvarcı, çatıcı, demirci, nakkaş, kakmacı, vs.. kalmamış, şehir ise top ateşi altında inlemiş ve perişan.
Ekonomiyi yürütmek için gerekli olan bu zanaatkar sınıf olmadan yaşamı devam ettirmekte zorlanırsınız. Bu fermanların önemi buradan gelir. Akılcı ve gelecek kuran kararlar.
Fatih Sultan Mehmed
ikinci fermanı ile Konstantiniyye’den ayrılan
zanaatkar ve sanatkarları yıkılmış bir şehri imar ile canlandırmak için herkesi
din, ırk ve rengine bakmadan geri çağırıp birlik ve beraberlik içerisinde
kalkınmayı sağladığı muhteşem örneği alıp 400 yıl sonra gerçekleştirerek dünya
devi olmayı başaran ABD ve birleştirici bir halk yaratarak birlik ve beraberlik
ruhu içerisinde kurtuluş savaşı ve kalkınma hamlesini gerçekleştiren Atatürk
örneğini bu günlerde ciddiye almayışımız, “Yurtta barış, cihanda barış” sözünü
bile eleştirir hale getirilmiş olmamızın ayrışmamızdaki ve bilimden uzaklaşarak
eğitimsiz, cahil bir halk haline gelmemizin etkisi büyüktür.
"BOP ile Fas’tan Basra
Körfezi’ne Türkiye dahil, Ortadoğu'da 22 ülkenin sınır ve haritaları değişecek."
Condoleeza
Rice ABD Dışişleri Bakanı (2003)
"Türkiye'nin bir şekilde,
Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olmalıyız. Ülkeyi kuranlar
denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde, meclis;
meclisi ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza
geçebiliyor.
Eğer Amerika'nın
çıkarı Türkiye'de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı,
ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan BAŞKANLIK REJİMİNE geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna
etmek birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır.
Eğer o bir kişi
Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine
kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz."
CIA Türkiye Şefi
Paul Bernard Henze (2006).
Atasözleri bile bizi yola sokmuyor;
- Bir şekilde doğar, fakat bin şekilde
ölürüz. (Yugoslavya)
- Hak yenir ama hazmedilmez.
(Yunanistan)
- Belli düşman gizli dosttan yeğdir.
(Türkiye)
Bellisi gizlisi kalmamış ama yine
devam, yine devam…
201005