Kültürel Eğitim
Akıllı
toz, son derece küçük bilgi işlem parçacıklarına verilen bir addır.
"Akıllı
toz" terimi başlangıçta mikro elektronik endüstrisinden üretim teknikleri
kullanarak yapılan minyatür kablosuz yarı iletken cihazlara denmekte idi.
Bu
cihazlar algılama, bilgi işlem ve iletişim işlemlerini santimetre boyutunda bir
pakette birleştiriyor. Geçmişteki tarım ve sanayi devrimlerinin ötesinde,
küresel bir teknoloji devrimi şu anda dünyayı değiştiriyor. Bu devrimdeki genom
bilimi, klonlama, biyomedikal mühendisliği, akıllı malzemeler, çevik üretim,
nano-üretim hesaplama cihazları ve entegre mikro sistemler de dahil olmak üzere
geniş, çok disiplinli ve etkileşimli (sinerjik)
eğilimler artık yaşamımızda.
Eskiden
İngilizce düzeylerini ölçmek için şu cümleyi çevirmelerini isterdim adaylardan;
“smallness of minute elements”. Aslında çevirilerde hedef, çevirmenin çevirdiği
dili ne kadar iyi bilip bilmediğini ölçmektir. Çok azı bu çeviriyi becerebildi.
Bir tarafta 98.000 sözcük kullanarak konuşan İngiliz ve bu tarafta da bizim liseden
mezun olurken kullandıkları 40.000 sözcük, elbet bu çeviri için yetmeyecekti.
Şimdi ise tam yeri. Teknolojinin ne kadar ilerlediğini düşünürsek, bugünün
"akıllı toz"u ne kadar küçük, varın siz
hayal edin.
“Just imagine the
smallness of minute elements to form a Smart Dust.!”
(Bu çeviriyi yaparak kendinizi sınayınız.!)
*
Sinema
tarihinin en iyi filmlerinden biri olan 1939 tarihli Ernst
Lubitsch’in yönettiği Ninotchka
filminde Greta Garbo, kendi
içgüdüleri ile mücadele eden partizan bir Sovyet ajanı rolündedir. Her şeye
materyalizmin katı bakışı ile bakar, üniforma giyer, yüzü hiç gülmez, her şeyi
kendine belletilen totaliter kurallara göre yönetir.
Taa ki
önce vitrindeki şık bir şapkaya sonra da kapitalist bir adama aşık olana kadar...
Filmde, bana
göre harika anlamı olan bir replik var.
- Hey garson!
Bana bir fincan kremasız kahve getir lütfen...
- Özür
dilerim efendim, kremamız yok sadece sütümüz var.
Kahveniz sütsüz olabilir mi?
*
Bir
profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar
mahallesine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğun durumlarını
araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme
yapmalarını istemişti. Araştırma yapan öğrencilerin hemen hepsi bu çocukların
gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi.
Bundan tam
25 yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü, araştırmaları esnasında bu
çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara
ne olduğunu araştırmalarını istedi.
Öğrenciler
o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176’ sının
olağanüstü bir başarı gösterip avukat, doktor, ya da iş adamı olduklarını
ortaya çıkardılar. Profesör çok etkilenmişti. Bu konuyu izlemeye karar verdi.
Birer
yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle
buluşma şansı oldu.
“O
koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?” sorusuna verdikleri cevap hep
aynıydı.
“Mahalle
okulumuzda bir öğretmeniz vardı. Onun sayesinde.”
Profesör,
bu öğretmeni çok merak etmişti. Hâlâ hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı
öğretmenin izini bulması çok zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine
kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen dinç
duran bir KADIN buldu.
Merakla
yaşlı kadına bu çocukları kenar mahalleden kurtarıp, başarılı birer insan ve
yetişkin olarak hayata nasıl kazandırdığını, bunun sihirli bir formülü olup
olmadığını sordu.
Yaşlı
öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi.
“Çok
basit.” dedi.
“Ben o
çocukları sevdim”
Baltimore
Uni.
*
Dün
torunum sordu benim eski plaklardan birkaç parça dinledikten sonra;
"Dede,
neden şimdi böyle güzel müzik yapmıyorlar?"
Ne
diyeceğimi şaşırdım. Bizim zamanımızda siyaset elbet yapılıyordu.
Sokaklar
yürümekle aşınmıyordu, herkesin kendine göre fikri vardı, bu fikirleri savunup
karşılıklı tartışıyorduk, maçlara birlikte gidip, birbirimizi kızdırıyorduk.
Mizah
dergilerimiz vardı, vodvil tiyatrolarımız hatta gece kulüplerimiz vardı.
Opera ve
balemiz vardı. En önemlisi orkestralarımız vardı.
Daha da
önemlisi bu gösterileri seyretmeye, dinlemeye gelen halk vardı.
Ülkemiz
politik açıdan ne kadar karmaşık dönemler geçirse de sanat hep ön planda idi. Kimse
kimseyi ayrıştırmamış, ötekileştirmemiş, ülkemizde çeşitli dinler, cemaat,
tarikat, tekke ve zaviyeler, hep birlikte yaşamakta idik.
Elbet
sanat ön planda olunca böyle güzel meyveler verecekti.
Ya şimdi?
Şimdi ise
değerli sanatçı İdil Biret'in çok güzel bir sözü
geldi aklıma:
“Müzisyeni
ben yetiştiririm, siz dinleyici yetiştirin bana.”.
*
“Bayağı
ilerleme var.
Orta çağda
olsak beni yakarlardı.
Bugün
sadece kitaplarımı yakıyorlar.”
Sigmund
Freud
200928