BİR BAKIŞTA EĞİTİM © EDUCATION AT A GLANCE
OECD 2003 ©
PIRLS
(Progress in Reading Literacy Study) Okuma Yazma Çalışması Sürecinde İlerleme.
PISA,
okuryazarlığı, kişinin hedeflerine ulaşması, bilgi ve potansiyelini
geliştirmesi ve topluma katılması için yazılı metinleri anlama, kullanma ve
yansıtma olarak tanımlamaktadır.
PIRLS
de okuryazarlığı şöyle tanımlar:… yazılı olanları anlama ve kullanma becerisi.
Toplum tarafından talep edilen ve/veya birey tarafından değer verilen dil
formları. Genç okuyucular çeşitli metinlerden anlam geliştirebilirler. Okuyarak
sosyalleşmeyi ve keyif almayı öğrenirler.
Türkiye
–
Ülke Notları –
Bir Bakışta Eğitim 2017: OECD
Göstergeleri
Türkiye
· Türkiyede’ki yükseköğretim öğrencilerinin büyük bir
kısmı ortalamanın altında istihdam olanağına sahip olmasına rağmen işletme ve
hukuk okumaktadır.
· Bir insanın erken çocukluk yaşları gelecekteki beceri
gelişimi ve öğrenmeleri için temel oluştursa da Türkiye’de çok az sayıda genç
erken çocukluk eğitimi okumaktadır.
· İlköğretimden yükseköğretime öğrenci başına düşen kamu
giderleri 2010 ve 2014 yılları arasında büyük bir artış göstermiştir, ancak
yine de OECD ülkeleri arasında halen en düşük sıralardadır.
· Kamu sektörü OECD ortalamasının üstünde olacak şekilde
yükseköğretime fon ayırırken eğitimin zorunlu olduğu ilkokul, ortaokul ve lise
için daha az ödenek ayrılmaktadır.
· Türkiye kamu ve özel kurumlardaki öğrenme ortamları
arasında en büyük farka sahip ülkelerden biridir: adil olmayan öğrenme
çıktılarıyla sonuçlanabilecek bir şekilde sınıf mevcutları ve öğretmen-öğrenci
oranları kamu okullarında özel okulların iki katı kadardır.
· Yükseköğretim mezunlarının istihdam oranlarındaki
düşüşe rağmen eğitim seviyesine göre istihdam oranları son zamanlarda
yükselmektedir. Ancak, diğer OECD ülkelerine göre Türkiye’de yükseköğretim
mezunu olmak bir gelir elde etmek için hala büyük bir avantaj sağlar.
Şekil
1. STEM (fen, teknoloji, mühendislik, matematik) çalışma alanı ve bu
alanlardaki
kadın oranına göre,
yükseköğrenime yeni başlayanların dağılımı (2015)
Ortalamanın altında istihdam
oranlarına sahip olsalar da işletme, yönetim ve hukuk tercih edilen
alanlardır
· Türkiye’de, meslek lisesi mezunlarının %39’u
mühendislik, üretim ve inşaat alanlarındaki programları tamamlamaktadır (OECD
ortalaması %34’tür). Sağlık ve refah da yine %12’lük OECD ortalaması ile
karşılaştırıldığında yüksek bir orana sahiptir (%19). Ancak, işletme, yönetim
ve hukuk (%16) ve hizmet (%8) alanları sırasıyla %20 ve %17’lık OECD
ortalamasının altındadır.
· Yükseköğretimde, oldukça az öğrenci ve mezun bilimle
ilgili çalışma alanlarını seçmektedir. Türkiye’de, ortalama %27’lik OECD oranı
ile karşılaştırıldığında, yeni girenlerin %18’i fen, teknoloji, mühendislik ve
matematik (STEM) alanlarını seçmektedir (Şekil 1). Özellikle, yeni girenlerin
yalnızca %2’si fen bilimleri, matematik ve istatistik ve diğer bir %2 de bilgi
ve iletişim teknolojileri alanlarını seçmektedir ve bu oran da OECD ülkeleri
arasında en düşük ikinci sıradadır ve sırasıyla OECD ortalamaları %6 ve %5’in
altındadır (Şekil 1).
· İşletme, yönetim ve hukuk popüler çalışmalar alanları
olsalar da mezunlarına diğer alanlara göre daha az çalışma alanı sağlamaktadır:
bu alanlardan mezun olanların %73’ü işe girmektedir, Türkiye’de
yükseköğretimden mezun olup iş sahibi olanların %75’lik oranının altındadır. En
yüksek istihdam oranına sahip alanlar ise mühendislik, imalat ve yapı ve sağlık
ve refahtır (her ikisi de %78), ancak tüm OECD ve ortak ülkeler arasında en
düşük sıralamayla sanat, edebiyat, sosyal bilimler, gazetecilik ve bilişim %67’lik
bir orana sahiptir.
· Çalışma alanlarındaki cinsiyet dağılımı diğer OECD
ülkeleri ortalamasına göre daha dengelidir. Özellikle, %19’luk OECD
ortalamasının üstünde olacak şekilde bilgi ve iletişim teknolojilerini
kazananların %29’u kadındır. Sosyal bilimler, gazetecilik ve bilişim (%52),
işletme, yönetim ve hukuk (%44) ve sağlık ve refah (%67) gibi alanlarda
kadınların oranı ise sırasıyla %64, %54 ve %76’lik OECD ortalamasına göre daha
dengelidir.
Diğer
konu başlıkları ise şöyle;
Özellikle küçük çocuklarda eğitime
erişim ve katılım oranı hala düşüktür,
Öğrenci başına ayrılan eğitim
giderlerinde büyük bir artış olmasına rağmen, harcamalar OECD ülkeleri arasında
en düşük sıralardadır,
Devlet ve Özel okulların öğrenme
ortamları arasında büyük eşitsizlikler devam etmektedir,
Yükseköğretim geçmişe oranla iş
piyasasında daha az avantaj sağlamaktadır.
http://www.oecd.org/education/skills-beyond-school/EAG2017CN-Turkey-Turkish.pdf
Okumayan
bir kitle olduk, sadece ezberliyoruz. Her söylenene hemen düşünmeden,
araştırmadan, güvenerek inanıyoruz ama eğitimde bu düşünme, araştırma ve güven
şartı karşısında yeni bilgi almayı reddediyoruz. Ne kendimizi yetiştirmeyi, ne
de bizi yetiştirecek olanları yetiştirmeyi beceremedik.
100
Temel Eser, Dünya Klasikleri gibi eserleri vazgeçtim okumayı, bir şey
anlatılırken bile detayların tanımlayıcı ve tamamlayıcı olduğunun farkında bile
olmadan “uzatma” denmesi, dinlemeyi bile bilmediğimizin göstergesi.
Eğitim
sistemimizde kültür ve sanatın olmayışı, ezber ile yetişmiş bir neslin,
yenilikler karşısında çaresiz kalmasının, özümseyemediği için de bu tür
yenilikleri geliştiremediğinden dolayı gerilemeye mahkum olduğunun en açık
göstergesi.
Hala
heykelleri bombalayan, kırmaya çalışan bir kitle var. Üstelik bu kitle, kendi
görgü ve geleneğinden gelmeyen bu davranışın nedenini bile bilmeden bunu
yapmakta.
Anadolu’da
tahrip edilmiş, yüzü kırılmış, yüzü karalanmış mevcut birçok eski eserlerin,
Müslümanlar tarafından tahrip edilmediği gerçeğini de bilmezler. Müslümanlarda
dönek pek yoktur, dönse bile artık putperestlik de olmadığı için kimse umursamıyor
zaten.
Sanat
ve kültür, insana bakış açımızı da yeniler, topluma bakış açımızı da. 206
üniversitede 7 milyon 300 bin öğrenci eğitim alırken, Türkiye yükseköğretim
alanında eğitim gören öğrenci sayısı ile Avrupa’da ikinci sırada yer alıyor.
Eğitimin geri dönüşü ve kalitesi devreye girince sıralamadaki yerimiz tek bir
anlam ifade ediyor. Eğitimde Başarısızız.
Ülkemizin
dört bir yanında dört değişik dil konuşulurken, biz bir tek yabancı dil bile
öğretemiyoruz. Güney doğuda karşılaştığım hemen herkes Arapça konuşuyor ama hiç
biri Arapça okumasını ve yazmasını bilmiyor. Batıda eskiden Yunanca konuşanlar,
okumasını da yazmasını da biliyorlardı. Bir ara Türkiye’de eğitim dili
Fransızca olsun denmesinin nedeni, Fransızca okuyup yazanların çoğunluğundan
dolayıydı. Şimdilerde hemen her Anadolu Lisesi ya da Anadolu İmam Hatip
Liseleri ne yeterli İngilizce ne de yeterli Arapça öğretemiyor.
Havacılık
ise ortak lisan üzerine kurulu, İngilizce ile yürütülen bir iş kolu. Ne bir ABD
vatandaşı, ne Birleşik Krallık ne de Avusturalya vatandaşı, bu benim dilim diye
İngilizce eğitimi almadan işini yürütemez. Hepsi de bu Havacılık İngilizcesi
denen eğitimi almışlardır ve almaya devam edeceklerdir.
Dil
düşüncelerimizi etkiler ve kavramları yaratır diye yazmıştım geçen hafta. Bu
yazının tamamlayıcısı olarak bu hafta ana dilimizi sorguluyorum.
Türk
çocuğu, liseyi bitirdiğinde, ana dilinde 9.000 sözcük duyarak, okuyarak,
öğrenerek mezun olurken bir Finli çocuk 40.000, bir İngiliz 98.000, bir Alman
88.000, bir Fransız 82.000 sözcük duyarak, okuyarak, öğrenerek mezun oluyor. Yalanlarımız
ortaya çıkmadıkça.
Bu
9000 sözcüğün 2000’i ile ancak yaşamınızı sürdürebilirsiniz. Geri kalan 7000’i
ile de sınırlı ve dar bir toplumda yaşarsınız. Bilim ve sanat üretemezsiniz,
anlayamazsınız ve öğretemez, öğrenemezsiniz.
Okuduğumuzu
anlama becerimiz yok. Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı
(OECD) ülkeleri içerisinde Türkiye 72 ülke arasında 50. sırada yer alıyor.
Türkiye, iş yerinde problem çözme ve teknolojiyi kullanmada 8 puan ile OECD
sonuncusu. Müsaadeye tabi
Şu
günlerde 20 ile 40 yaş aralığında olan gençlerimize bazı şeyleri anlatmak çok
zor. Yaşamamışlıklar ya da yaşamışlıklardan dolayı değil. Okuyup araştırmamış
olduklarından dolayı. Kendi dilinde bile bunları yapmazken bizler hala en az üç
dilde araştırmadan kendimizi öğrenmiş saymıyoruz.
Yabancı
dilde teknik bir yazıyı anlamak için Platon'un Antik Yunanca yazdığı Sokrates’in Savunması’nı Türkçe okumuş
olmak ne kadar önemli ise, Rus'ça yazılmış Vladimir Polyakof’un İtfaiyeci Prokorçuk ya da Bir
Öykünün Öyküsü’nu Türkçe okumak, İngilizce yazılmış bir MEL’i anlamak için o
kadar önemlidir.
Tüm
yazılanların kendilerine özgü cümle yapıları ve sözcüklerin oluşturduğu değişik
kavramları vardır. Bilenler bilir, Nasreddin Hoca fıkraları İtalyancada bir
Napoliliye, Fransa’da Belçikalıya, Almanya’da Bavyerallıya, İngiltere’de de
İskoçyalıya atfen anlatılır. Siz de bu fıkraları bire bir çevirisi ile değil, o
dile özgü söz, sözce ve sözcük kullanılarak anlatıldığına şahit olur ve böylece
düşüncenizde ek kavramların oluştuğunu gözlemlersiniz.
Bir
yabancı dili anlayabilmek için en az o yabancı dildeki sözcük kadar,
çevireceğiniz dildeki sözcük sayısı kadar sözcük bilmenize gerek vardır. Çeviri
yapacağınız dili ne kadar iyi bilirseniz, o kadar güzel çeviri yapmış
olursunuz.
İnternet,
kahkahalarla gülmeniz için bu tür çevirilerle doludur.
White Sea. Interest Lobby. Cheese
Language. Tea January. Status returns, Sensitive meatball,
Traditional Handjob
Education Symposium. In every job there is a no.
181015