Dil, düşüncemizi
nasıl etkiler?
Dil, ağzımızdan çıkarttığımız çeşitli “ses” titreşimlerin kulaklarımız
tarafından algılanıp beynimize iletilen titreşimlerin düşünceye çevrilmesi ile
oluşur.
Dünyamızda 7000’den fazla “dil” olduğunu düşünürsek, hepsini bazen
benzer, çoğunlukla da birbirlerinden çok farklı düşünce yapıları
oluşturduklarını söylemek hiç de zor değil.
“Bir dil bir insan, iki dil iki insan” sözünün İngilizcedeki yansıması "To have a second language is to have a second soul" diye
bilinir. Ruhen ayrı bir yapıda oluşundan dolayı.
Bazı diller ise cinsiyet tanımlamalı dilbilgisine sahiptir. He, she, it
gibi. Biz ise “o” der geçeriz. Arapça ise ayırım yapar, Latin kökenli diller
ayrım yapar, İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça vs... ayrım yapar. Bu ayrımı
yaparken de ortak ayrım zorunluluğu yoktur.
“El sol” İspanyolca “erkek” takı alır. Fransızcası da erkek takı alır. Almanca
da ise “Die Sonne”, yani “dişi” olarak karşımıza çıkar. İngilizcede ise
cinsiyet takısızdır, “The Sun”.
Köprü, İngilizcede cinsiyetsizdir ama İspanyolcada “el puente”, Almancada
da “Die Brücke” diye zıt cinslerde söylenir. Bir İspanyol, köprü hakkında
konuşurken sağlam, uzun, güçlü diye erkeksi tanımlamalar yaparken Almanlar
güzel, şık, zarif gibi kadınsı sözceler kullanarak tanımlayacaklardır. (Biz ise “köprü
işte, daha ne olsun” diyoruzdur her halde.!sb)
Osmanlı
İmparatorluğu'nda misyonerlik yapma faaliyetini yakalayan ilk grup Cizvitler’dir.
İstanbul'da 1362 yılında, aslında mahalle çocuklarının öğrenim görmeleri için
yapılmış olan basit bir okul manastıra bağlanmış, 1607’de ise Kral Henri IV
tarafından gönderilen Cizvit rahipleri tarafından geliştirilmiştir. 1783
yılında Kral Louis XVI’nın emriyle Cizvit rahipleri okulu şimdiki Saint-Benoit
kolejini açan Lazaristler’e devretmişlerdir. İstanbul'daki Saint-Benoit Fransız
Lisesi Cizvitler tarafından kurulmamış olmasına karşın, gelişiminde Cizvitlerin
etkileri görülmektedir. Cizvitlerle birlikte Katolikliğin diğer tarikatları
olan Fransisken, Dominiken, Kapuçin ve Frerler de Osmanlı Devletine
ayrıcalıkların sağladığı yararlarla gelmeye başladılar. Çoğu kendi isimleriyle
anılan St.Joseph, St.Michel, St.Louis, Sankt Georg, Mersin, Aya Gergeos rumokulu
ve Notre Dame de Sion gibi okullar açtılar.
I. Dünya Savaşı
öncesinde Fransız Katoliklerinin İstanbul dışında Osmanlı topraklarında
dağılımı şu şekilde olmuştur:
Mersin’de 5,
Sivas’da 1, Tokat’da 1, Amasya’da 2, Şebinkarahisar’da 2, Kayseri’de 1,
Adana’da 1, Beyrut’da 7, Sayda’da 8, Lübnan’da 10 ve Havran’da 4 okul ve 8255
öğrenci.
1914 yılına
gelindiğinde Osmanlı Devleti'ndeki Fransız okullarının sayısı yaklaşık olarak
500 civarındaydı ve bu okullarda 59.414 öğrenci eğitim görüyordu.
Fransiskenlerin
Mersin, Tarsus, Samsun, Trabzon, Harput, Malatya, Diyarbakır ve Mardin
yörelerinde toplam 735 öğrencinin okuduğu hemşire okulları da vardı.
1856 yılında
ilan edilen Islahat Fermanı, büyük ölçüde gayrı Müslimlerin haklarını
genişletmeye yönelik hükümler içermekteydi. Sultan II. Abdülhamit döneminde
Amerikan Board okullarının sayısı 468’dir.
1820’lerde
Anadolu’nun hemen hemen bütün illerinde açılmaya başlanan bu okulların
sayısında zaman içerisinde büyük bir artış olmuş, 1845’de 7 okul, 1895’de de
20.496 öğrencisiyle 423 okul açılmıştır.
1830 tarihli
Osmanlı Devleti'nin Amerika ile imzalamış olduğu ticaret anlaşmasının 4.
maddesinde yer alan “Amerikan vatandaşlarının Osmanlı makamlarınca mahkeme
edilemeyişi” hükmünden istifade ediyor olmaları, ABD vatandaşlığına geçip bu
ülkede ticaret yapmaya devam edenler için önemli bir ayrıcalıktı!
1859 dan itibaren
Amerikan doktorları Anadolu’da 9 hastane ve 10 dispanser açmış olup hasta
sayısı yaklaşık 40 bin kişi idi. Bu sayı 1913’de de 26.000 öğrencisiyle 450-460
okula ulaşmıştır.
3 Mart 1924
tarihinde T.B.M.M.’nin, Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu kabulü ile artık
yabancı okulların dönemi bitmişti. Tevhid-i Tedrisat’a uygun eğitim ve öğretim
yapacağını bildiren çok az sayıda okul, (Robert Kolej, Tarsus Amerikan Koleji, Sn.Benoit,
vs..) eğitime devam etti.
Merzifon,
Kayseri vs. meşhur Amerikan okulları ile İzmir’deki Fransız okulu gibi yasaya
uymayı kabul etmeyen toplam 2148
yabancı okul kapatıldı.
Tevhid-i
Tedrisat güzel de, %90’ı okuma-yazma bilmeyen halka, eğitim seferberliği adı
altında ne öğretilecek, bunca asır eğitilmemiş bu halk, şimdi hangi nedenle
eğitime katılacak bir moral etkene sahip olacaktı?
Bakanlık,
önceden hazırlatıp Heyet-i İlmiye’ye onaylattırdığı ilköğretimin, altı yıldan
beş yıla indirilmesi kararını da, 1924-1925 öğretim yılından itibaren
tartışmalar içinde uygulatmaya başladı. Öğretim dili için iki aday vardı;
İngilizce ve Fransızca. Öğretim süresinin beş yıl, öğretim dilinin Fransızca
olması kararlaştırıldı.
Başlangıçta
yoğun bir Fransızca dil bilgisi verilecek, sonra da eğitim yavaş yavaş
Türkçeden Fransızcaya kaydırılacaktı. Makinist, şoför, elektrikçi, sinemacı,
otelci, rehber vs. yetiştirilecekti. Amaç, çocukların yabancı okullara
gitmemesi idi.!
Türk dili için
Arap harflerinin yetersizliğine ve ıslah edilmesi gerektiğine ilk işaret
edenler 1862-1863'lerde Münif Efendi (Paşa) ve Azerbaycanlı Ahundzâde Feth-Ali'dir.
1927’deki ilk
sayıma göre nüfusun 13 milyon 648 bin 270 kişi olduğu açıklandı. Bu nüfusun
kadınların %4’ü, erkeklerin ise ancak %17’si okuma-yazma biliyordu.
Okuma-Yazma
bilen bu %17’nin büyük bir kısmı, zaten yabancı okullarda öğrendiği Arap
harfleri yanı sıra, Latin harfleri ile de okur-yazardı.
Arapça “kaza”nın Türkçe anlamı “oluş” iken, sorumluyu aramadan bir
oluşu ifade edişimize benzer; Kaza işte (Sorumlusu yok.!). “Teşekkür” sözcesini
bol bol kullanırken, hiç Türkçe’si nedir diye düşünmedik. Türkçesi yok çünkü.!
Çok ucuz deriz sıkça, ama bir Fransız bunu asla diyemez. Fransızca’da “ucuz”
sözcesi yoktur. Bizim gibi başka bir dilden sözce kullanmak yerine “moins cher”
der. “Daha az pahalı” anlamında.!
Konuştuğunuz dil, düşünce yapınızı da doğrudan etkiler. Bu düşünce
yapısı içerisinde çok dil bilmenin kişiyi daha derin düşünmeye, daha geniş bir
açıdan olaylara bakmasına ve daha çeşitli yorum ile daha yararlı düşünceler
üretmesine neden olacaktır.
Türkçe için
hiçbir yatırım yapılmamış, ülkenin ana dili hep üvey evlat muamelesi görmüştü.
Kendi diline
hakim olamayan bir nesil, Arapça Telaffuz kursları ile yetiştirilmekte, ne
Arapça, ne Farsça ne de yabancı bir okulda okumadı ise de batı dillerinden
birini bilmiyordu.
Saray ile halk
arasındaki tek köprü olan Türkçe dil’ine ise ihanet etmiştik.
Ne yanar kimse bana
ateş-i dilden özge
Ne açar kimse
kapım, bad-ı sabadan gayrı.
Bir garip ölmüş
diyeler, üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile
yuyalar, şöyle garip bencileyin.
"Bugünden sonra divanda, dergahta,
bargahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır."
13
Mayıs 1277 Karamanoğlu Mehmet Bey,
“Divan” Arapça, “Dergah” Farsça, “Bargah” Farsça,
“Meclis” Arapça, “Meydan” Arapça.
Gelinen son nokta
ise şöyle;
“Bakkaldan aldığım somun içerisine peynir koyup sandviç yaptım, balkona
oturup hanımın getirdiği çay beraberinde afiyetle yedim.”
Yazar Hayati İnanç
“Bakkal” Arapça, “Somun” Rumca, “Peynir” Farsça, “Sandviç” İngilizce, “Balkon”
Fransızca, “Hanım” Moğolca, “Çay” Çince, “Afiyet” Arapça, “Beraber” Farsça, “Yedim”
Türkçe.
Ana dilini
öğrenmek, yaşamak için yeterli olan 2000 sözce ile yaşamak anlamına gelmiyor.
Duygu dilini, sanat dilini, bilim dilini, felsefe dilini, teknoloji dilini de
yeterince değil, çok iyi ve doğru kavramlar yaratacak şekilde bilmeden başarı
çok zor. Bu durumun eğitime yansıması ise şu çarpıcı sıralama ile kendini
göstermekte;
Türkiye, Okuduğunu anlamada 72 ülke içinde
50'nci sırada (Pisa 2015)
Türkiye, fen
bilimleri alanında 72 ülke arasında 53.
Türkiye
Matematik alanında 72 ülke arasında 50. Sırada.
Türkiye, okuma
becerilerinde 72 ülke arasında 51. (Pisa 2012)
Düzgün bir Türkçe öğrenmeden, başka bir dil öğrenmemiz
çok zor. Dil ile kavram yaratıp, neden sonuç kurulumuna yönelik çalışmalar
yaparsınız. En azından düşünmeyi öğretir. Gördüğünüz rüyalar bile, dilinizin
sınırları içerisindedir. Bu sınırları zorlamak için ikinci dile gerek vardır. Yabancı
dil ile zekanız gelişimde tavan yapar, olay ve oluşlarda, neden sonuç
ilişkileri olasılıklarını arttırır, sağlıklı ve kök neden sonuçlu yapıcı
kararlar almanıza yardımcı olur. Karşıt düşünce ile buluş yapmanıza olanak
sağlar. Başka dil konuşanlar ile köprüler kurmanıza yardımcı olur.
CRM ise sorumlulukların paylaşılmasını öğretir. Üçüncü
şahıs öznesi olmayan bir dil’de elbet sorumlu bulamaz, sorumluluk öğretemez ve
sorumlu tutulmayan bir nesil yetişmesine engel olamazsınız. Samur kürk misali
kimse kabahati üzerine almaz. Vazgeçtim üstlenmeyi, nedenlerini bile
araştırmaktan kaçınan bir yaşam tarzı ile “bu ülkede her başarı cezalandırılır”
özdeyişini doğrulma arzusunu ancak dilimizi iyi bilmeden kullanmakta olduğumuza
yormaktayım (günlük 2000 sözce kullanımı). Birbirimize saygı duyarak empati
yapmayı öğrenmeden, iyiye ve güzele giden yolu bulmamız çok zor.
Bir niyetlensek birbirimizi suçlama yerine anlamaya
çalışmayı, her sıkıntıyı aşarız.
Birbirini anlamaya yönelik başka hiçbir çalışmaya da
gerek kalmaz.
Dil, her şeyi halleder.
181008