Bu
devir…
Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun,
bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın
devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen
çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç
büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen..?” Öte yanda iyilik isteyenler,
insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar.
İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı.
Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes
kendini düşünüyor, kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse
açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor..”
Dostoyevski – Budala kitabından…
Son yazımı sevgili kardeşim Ali Rıza Saral’ın “BOŞLUK BIRAKMAK”
yazısına ayırmıştım. O nedenle yazılarıma bir süre ara verdim ve düşünme
fırsatım oldu. Sonra sordum kendi kendime “bir tek ben mi düşünüyorum?” diye.
13 Jul 2017 - Eğitim
konusunda otorite kabul edilen derecelendirme kuruluşlarından Times Higher
Education (THE) 12 yıldır hazırladığı dünyanın en iyi üniversiteleri
sıralamasında Oxford Üniversitesi 1. sıraya yerleşerek zirveye yükselen ilk
İngiliz üniversitesi oldu.
Eğitim, araştırma, alıntılanma sayısı, endüstri geliri ve okulların
uluslarası görünümlerinin temel alındığı araştırmada ilk 500'e Türkiye'den 5 okul
girdi.
Koç Üniversitesi 267, Sabancı 335, Bilkent 353, Atılım 402 ve Boğaziçi
407. oldular.
Bu üniversitelerin dünya üniversiteleri arasındaki yerleri ise
şöyle;
ODTÜ 498, Hacettepe 634, İstanbul Üniversitesi 643, İTÜ 676,
Ankara Üniversitesi 685, Ege Üniversitesi 741, Boğaziçi 744, Bilkent 832, Gazi Üniversitesi 850 ve Ege Üniversitesi 974.cü
sırada.http://cwur.org/2017.php
YÖK listesine göre ülkemizde 185 üniversite var. Biz dünya ilk
1000 sıralamasına 10 üniversite ile girerken, Güney Kore 36/131,
İsrail 7/22
ve Taiwan 20/46
üniversite ile ilk 1000 içerisine girmeyi başarmışlar.
Tayvan için çok normal bir başarı ama örnekleme yapınca sanki
imkansızı başarmışlar. Toplam 46 üniversitenin 20’si ilk bin üniversitenin
içerisinde. Elbet bunun bir nedeni var. Tayvan Örneği denilen kalkınma modeli. Bu yazımda (APH-1525) değinmeye çalışmıştım.
Tamam, bunları hepimiz biliyoruz. Bu ülkede yaşıyoruz. İçinde ve
iliklerimize kadar olan bitenden haberimiz var. Yani çoğumuzun.!
O zaman neden bunları dile getiriyoruz.
Önem vermemek için..! Önemsemiyoruz çünkü..!
Düşünen kişi istese de, istemese de sorumluluk almış demektir.
Yanlışı bile bile yaşamak zordur, vicdanı uyutmaz geceleri insanı.
Bir yanda akıllı robotlar peş peşe işini almak için sırada
beklerken, sen neler yapılması gerektiğini bilip, hiçbir şey yapmadan
uyuyamazsın.
Bilmeyenler seni kenara itip, “know-how” satın aldıklarında bile
sevinemezsin. Bilirsin ki “know-how” cılardan birisi senden bir şey yapmanı
istediklerinde onlara para kazandırmış olacağını. Üstelik bazen görürsün
onlardan daha iyi olduğunu da yine sesini çıkaramazsın. Çünkü karar vericiler
aldıkları sorumlulukları “know-how” cılara devretmişlerdir. İşler iyi gitmeyince
“onlar” sorumlu olacaklardır diye düşünürler.
İki defa “know-how” getiren şirketlerde çalıştım.
İkisinde de yabancılar tarafından işe alındım.
İlkinde yerli personeli, onların eğitim merkezlerinde eğitip,
sonra da ben eğitim vererek yetiştirdim. Hepsi birer isim şimdi mesleklerinde.
İkincisinde ise onlar burada eğitim verdiler bizim yerli
personele. Ben de bu eğitimin uygulanmasını denetleyen bir pozisyonda görev
aldım.
Gördüm ki bizler çabuk kavrıyor, beceriklilik ve yetenekte onları
geçiyoruz ama tek bir eksiğimiz var. Dürüst olamıyoruz, gibi yapıyoruz ve
statükoyu korumaya çalışıyoruz. Doğruyu söyleyeni de dokuz köyden kovuyoruz.
Bir de şu Dunning-Kruger
Sendromu’ndan kurtulamıyoruz böyle GİBİ
yapınca.
Gibi olmak, gibi yapmak, gibi davranmak içimize işlemiş.
Bir kendimiz gibi olsak, neler başaracağız onu bile düşünmek
istemiyoruz.
Almanya’da Türklerin başarıları fıkra gibi anlatılırdı. Pratik
zekamız ile öne çıkmış, el üzerinde tutulurduk. İngiliz bile soğukkanlılığını
muhafaza edemezdi başarımız karşısında. İtalyanlarda zaten Türkler üzerine
aramadığın kadar çok deyim var. Bir tek Fransızlar saygı duymuşlar
yeteneklerimize.
Peki biz nasıl bu duruma geldik? Eskiden böyle değildik. Şimdi 185
üniversitemiz var ve bizler, okumuş ile okumamışı ayırmakta zorlanır bir
durumdayız.
Bundan yaklaşık otuz sene önce başıma gelen bir durumu anlatayım.
Milano’da yeni eve taşınmışız ve şofbenin gaz bağlantısını yapsın
diye tesisatçı çağırmaya çalıştım. Uzunca bir süre peşinden koşup ancak 9 gün
sonra yaptırabilmiştim. Meydanda arkadaşlara durumu şikayet edince bana bir
fıkra anlatmışlardı. Sanki o günleri yaşıyoruz.
Doktorun
muayenehanesinde musluk damlatıyormuş. Hemşireden musluğun tamiri için birini
çağırmasını istemiş. Birkaç gün geçmiş, kimse gelmeyince hemşireye yine
hatırlatmış, hemşire kızarıp bozarıp peki demiş ama aradan yine günler geçmiş,
gelen giden yok ama doktor ha bire hemşireye söyleniyor. Nihayet muslukçu
gelmiş, musluğu çıkarıp contayı değiştirmiş ve “tamam” demiş. “Borcunuz 35000
Liret.!”
Doktor
köpürmüş, “Hem çağırınca gelmezsiniz hem de gelince adamı soymaya kalkarsınız.
Benim vizitem 25000 liret haberin var mı?” diye çıkışınca muslukçu;
“Eee napalım,
ben de doktorken o paraya çalışıyordum..!”
Hayırlı, iyilik ve güzellik dolu bir yeni yıl diliyorum.
“Barışa ve hayra yönelik kalıcı işler yapalım.!”
180115