BOŞLUK
BIRAKMAK
TO LEAVE
SPACE
De laisser
un espace
Medeni tavırlar boşluk bırakmak ustalığına dayanır.
Bir kapıdan geçerken başkasına ya da bir bayana bizden önce
geçebilmesi için boşluk bırakıp yol vermek ya da yaşlı bir insana otobüste yer
vermek…
Konuşurken hiç kesintisiz ve yüksek sesle değil,
karşımızdakinin gerek gördüğünde araya girebilişi için şans tanıyacak şekilde,
zaman zaman biraz yavaşlayarak hatta durarak ve onu duyabileceğimiz şekilde
hafifleyerek…
Otomobil kullanırken önümüzdeki şoförün hatalarına karşı
öndeki araba ile bizimki arasında mesafe bırakarak…
Günlük hayatta ilişkilerimizde insanlara hata yapmak şansı
tanımak için gerekli mesafe ve zararı telafi edecek maddi manevi payı bırakarak…
Diş fırçalarken diş macununun etkileyişi için zaman tanımak…
Banyoda saç şampuanını sürüp köpürttükten sonra beklemek… Herhangi kimyasal bir
işlemin gerçekleşişi için zaman tanıyarak…
İnsanlara davranışlarını açıklamaları ya da düzeltişleri için
zaman tanımak…
Kendi bilinçaltımıza bilerek çözemediğimiz problemleri
çözmek, ya da hatırlayamadığımız şeyleri bulup getirmek için bir an zaman
tanımak, yaratıcılığımızı harekete geçirmek için sezgilerimize şans tanımak…
Kendimize zaman tanımak…
Medeni tavırlar yol vermek, yer bırakmak, mesafe bırakmak,
zaman tanımak, pay bırakmak gibi nice boşluk bırakmak ustalıklarına dayanır.
Medeniyet ile boşluk bırakmak arasındaki ilişki yalnız soyut
anlamda değil elle tutulur fiziki anlamda da geçerlidir, bir yaşlıya yer vermek
gibi… Bunun bir başka örneği şehir planlamasında görülür.
Roma ve Istanbul şehirlerini karşılaştırdığınızda: Her ikisi
de Roma imparatorluğunun damgasını taşır. Bazı binalar hem işlevsel olarak hem
de stil olarak aynıdır nerede ise…
Günümüzde bu iki şehir karşılaştırıldığında ise, her ikisinde
de eski şehirlere özgü benzer yapılaşma görülür. Ancak günümüz Roma’sında
meydanların alabildiğine genişliği şehrin o eski yapısına nefes aldıracak
‘boşluklar’ sağlar.
Bizden bir de olumlu örnek, belki pek o kadar kıymetini
anlayamadığımız zaman zaman… Rumeli göçmenlerinde vardır ama sanıyorum bu adet
Türk kültüründe yaygındır… Yemek yerken masadan yere kaşık düşerse ‘Yolda aç
var’ denir… Masadaki her şeyin silip süpürülmemesini ve gelebilecek Tanrı
misafirine de bir pay ayrılması gerektiğini hatırlatan ne güzel bir
geleneğimiz… Belki hiç anlamını düşünmeden taşıya geldiğimiz…
Neden boşluk bırakmak?
Çünkü sınırlıyız… Algılayışımız sınırlı… Düşünüşümüz sınırlı…
Hatırlayışımız sınırlı… Kavrayışımız sınırlı… Karar verişimiz sınırlı… Tepki
gösterişimiz sınırlı…
Maddi manevi varlığımız hem miktar olarak, hem zaman olarak,
hem kalite olarak, hem güzellik olarak, hem de doğruluk olarak sınırlı…
İşte Miller 1956’da yazdığı TILSIMLI SAYI YEDİ, ARTI
EKSİ İKİ: BİLGİ İŞLEYİŞ KAPASİTEMİZDE BAZI SINIRLAR adlı çığır açan makalesinde
bu gerçeğe işaret ediyordu (The Magical Number Seven, Plus or Minus Two…).
Şöyle bir düşününüz, kullandığımız bütün araçları, cihazları…
Çamaşır makinası, ocak, buzdolabı, ütü, otomobil gibi…
Yedi artı eksi iki kuralının nasıl titizlikle uygulandığını
görürsünüz cihaz tasarımında…
Ya da bu kuralın uygulanmadığı durumlarda, cep telefonları,
TV kumandalarının nasıl insanı aşan, zorlayan, çoğu zaman sinir bozan etkileri
olduğunu…
Miller bu makalesinde insan değerlendirişinde, dikkat
edişinde, hatırlayışında, alglayışında ‘öğrenerek ya da sinir sistemlerimizin
tasarımından kaynaklanan’ ‘bir yedi artı eksi iki’ nesne sınırı olduğunu
yazmıştı. Kısaca, yaklaşık en çok 6-7 nesneyi aynı anda görüp izleyebiliriz.
Belirli koşullarda yapılan deneylerde en çok 6-7 şeyi hatırlayabiliriz, gibi…
Miller kuralı özellikle bilgisayar arayüzlerinin tasarımında
kullanılır. Örneğin, dikkat edilirse rahat kullanılan programlarda, menu
maddeleri hem yatay olarak hem de düşey olarak 6-7’yi geçmez. Geçtiği
programlar vardır ama onları kullanan insanlar genel kullanıcılar değil daha
çok uzman kişilerdir, örneğin Rational ile Lotus’ü karşılaştırabilirsiniz… Bir
de donanımsal örnek, evinizdeki ocak-fırın ile bir pilotun önündeki kumanda
panellerini karşılaştırınız…
Bilgisayar arayüzlerinde çoğu zaman, örneğin menu maddeleri 6-7’den
çoktur. O zaman gruplamak (clustering) yoluna gidilir. Örneğin print ile ilgili
menu maddeleri tek bir print menüsünde gruplanır… Miller söz konusu makalesinde
gruplamağı yeniden kodlayış (recoding) olarak adlandırır. Giriş bilgisini
gruplayışın ya da girişler dizisini birimlere ya da öbeklere (chunk) ayırışın
önemini anlamalıyız. Mors kodu öğrenen bir insan ilk önce her dit-dat’ı ayrı
bir bütün olarak algılar. Bir süre sonra onları harf olarak duymağa başlar.
Daha sonra giderek harfleri de aşar ve doğrudan kelimeleri duymağa başlar…
İletişim teorisi ağzında buna yeniden kodlamak denir. Printle ilgili bütün
menüleri koymak yerine yalnız print anamenü maddesini koymak insanın yeniden
kodlama eğilimine paraleldir.
Tabii, sınırlar yalnız algılamak, izlemek, hatırlamak, karar
vermek konusunda değil…
Gönül ister ki, şimdi E5’e çıkıp hiç durmadan 150 ile
gazlayabilelim… Ya da 200 ile, 300, 350 ile gazlayabilelim… Ya da akşam 5
bardak su ya da içen için rakı içebilelim… Hatta 9 bardak, dahası 12, 15, 20
bardak… İyice azdım… Denize gittiğimizde, hiç nefes almadan, bir saat suyun
altında kalabilelim… Biraz da entel takılalım… Kitapçıya gittiğimizde,
beğendiğimiz bir kitabı, en ufak ayrıntısına kadar, oracıkta ayakta 15
dakikada, sonuna kadar okuyabilelim… Zaman biraz tehlikeli gerçi ama… Zamanı istediğimiz
hızda yaşayabilelim… İstediğimiz zaman uzatalım, istediğimiz zaman kısaltalım…
Son olarak, istediğim kadar uzun yazabileyim ama okuyucularım
bir bakışta yazının uzunluğuna ve yoğunluğuna göre kapasitelerini ayarlayarak
zevkle yazılarımı okuyabilsinler…
Evet, yazımın başında belirttiğim gibi,
Medeni tavırlar boşluk bırakmak ustalığına dayanır.
Çünkü sınırlıyız.
Çünkü var olan her şey sınırlı.
Evet, medeni tavırlar boşluk bırakmak ustalığına dayanır.
Çünkü medeniyet sınırlar içinde, sınırlara karşın ve
gerektiğinde onları var ya da yok kabul ederek yaşamak ustalığıdır.
Ali
R+ SARAL
-/-
Sevgili Ali Rıza’nın
yazılarına kendi sayfalarımda hep yer vermişimdir.
Ülke insanı
olarak nasıl farklı bir kültür yarattığımızı görmemizi sağladığı için bu yazıyı
önemsiyorum.
Kültür (birikim)
bizler (gruplar) tarafından oluşturuluyor. Millet olarak var olan
hasletlerimizi esas alırsak, bu hasletler üzerine oluşturuyoruz.
Yaşantımıza
bilimi de, yasaları da sınırlayarak sokmaktayız.
Karne notlarını
10 üzerinden verirken, kuralları yerine getirmede batı modelini seçmişiz ama
hedeflerimizde “yeterli” dışında başka bir şey yok;
Mükemmel Excellent
Çok
iyi Very Good
İyi Good
Yeterli Satisfactory
Başarısız Failure
Okulda “geçer”
not almak “yeterli” bir çalışma şekli. Kimse iyi ve daha iyi için uğraşmıyor.
Mükemmel ise ‘boş ile iştigal’!
Verilen görevin
yerine getirilmiş olması “yeterli”.
Başarı için “yeterli”
kavramı, bizleri tökezleyen tek ama en önemli kavram.
Kimse iyi, çok
iyi ya da mükemmel ile ilgilenmiyor. Kendi kendini sınırlamış olmaktan memnun gibi.!
Okuduğunu
anlamakta OECD ülkeleri arasında en aşağılarda olduğumuz belgelenmiş.
Benim ise
akıl erdiremediğim konu, zaten okumayan bir toplumuz, nasıl oldu da okumayan
bir toplumun “okuduğunu anlamadığını” ölçebildiler?
171225