AVSEC-2017
12-14
Eylül 2017’de ICAO’nun 999, Boulevard Robert-Bourassa Montreal merkez binasında bir
zirve gerçekleştirdi. Bu zirveyi takip ederken ister istemez 40 yıl kadar bir
süreyi geriye doğru hafızamdan taradım.
16
Eylül 1969 Türk Hava Yolları’nın SEÇ kodlu yolcu uçağı 55 yolcu ve 6 mürettabat
ile beraber oyuncak bir tabanca ile Sadi Toker tarafından Bulgaristan’ın Sofya
kentine kaçırıldı. Sadi Toker, Türkiye’ye iade edildi.
07
Şubat 2014 Pegasus Havayolları'nın Harkiv(Kharkov)-İstanbul seferini yapan 751
sefer sayılı Boeing 737-800 tipi uçak 110 yolcu ve 6 mürettebatıyla
havalandıktan kısa bir süre sonra Ukrayna asıllı bir yolcu tarafından kaçırılma
girişimine neden oldu ve hava korsanı uçağın Soçi şehrine gitmesini istedi.
Pilotlar Soçi şehrine gidildiği izlenimi vererek Sabiha Gökçen Havaalanı'na
iniş yaptı. Korsan güvenlik güçlerine teslim oldu.
İlk ve son uçak
kaçırmalar bunlar bizim için.
Elbette eş, dost,
tanıdık ve mesai arkadaşlarımızın da içerisinde olduğu birçok olay başımızdan geçti.
Ne kadar kötü olursa olsun, bizler hep işin gülünecek tarafını hatırlamaya
çalıştık.
O dönemlerde, THY
çalışanları olarak dünyayı gezip gören, meslek gereği yurt dışına çıkıp
yenilikleri ülkeye getiren bir konumumuz vardı ve Türk Sivil Havacılığı THY
demekti.
Böyle bir konumda
gerçekten yararlı gelişmelere imzalar atıldı ve geçiş dönemi diyebileceğimiz
bir dönemi başarıyla atlattık.
Sonra “Özel
Havayolları” dönemi başladı. Elbette THY personeli olmadan böyle bir dönemin
başlaması düşünülemezdi. THY’ndan istifa ederek özel havayollarının kurulumuna
başladık. İşte o zaman gördük ki, bizim yasal eksikliklerimiz çok fazla. Elbet
Türk Hava Yolları için çalışırken hiçbir konuda tereddüt etmiyor ve
endişelenmiyorduk. ICAO ile ilgili yayınları DHMI’ye bırakmış, onların takip
etmeleri sonucu, gidip günceli onlardan istiyor ve hazıra konuyorduk. Böyle bir
dönemde çıkan uyumsuzluklar için gücümüz ufak tefek yasal değişikliklere
yetmekteydi. Ne de olsa lisan biliyor, dünyayı geziyor, yurt dışı
organizasyonlarda yer alıyorduk.!
THY ise henüz
kurumsallaşamamış ve gidenlerin yerini dolduramamış idi. Yoksa Bilgisayarlı
uçuş planlama sisteminin gelişimi için Türkiye’de THY dururken iki uçaklı
Torosair temsilcisi neden dünya devleri arasından SITA Bilgisayarlı Uçuş Planlama
Komitesi başkan yardımcısı seçilsindi ama oldu. THY bu toplantıya katılacak bir
isim vermişti ama toplantıya THY’ndan kimse katılmadı.!
Köklü bir yapısı olan
DHMI, ban göre, bu geçiş dönemini güzel atlattı ama THY yapamadı. THY’nin bu
geri kalışı SHGM’nü de etkiledi. Ne de olsa senelerce SHGM-THY birlikteliği ve
işbirliği mevcuttu. Deneyimli ve etkin personel kaybı, devlet kurumu
anlayışında, yani biri gider öbürü gelir ile zayıfladı ve SHGM ipleri eline
almak istedi. Bu çok doğru bir yaklaşımdı ama elindeki devlet memurları ile
bunu yapması olanaksızdı. Bazı DHMI emekli personelini başı sıkışınca işe aldı
ama aralarındaki muazzam bilgi ve deneyim farkı, lisanslı bir personelin
lisanssız devlet memuru altında çalıştırılmak istenmesi ve bu isteğin, işin doğasına
aykırı oluşu, elbet çözüm olmadı.
Aklıma hep YÖK ile SHGM
gelir bu konu açılınca.
SHGM, Lisans işlerini
düzenler ve resmen onaylar.
YÖK üniversite ve
Yüksek Okullarda eğitim düzenler ve resmen onaylar.
Ne SHGM ne de YÖK,
verdikleri bu belgeleri karşılıklı tanımazlar.!
AVSEC 2017 “Global
Aviation Security” konusu “Standardlar Ötesi Kültür” adını taşımakta.
Şimdi bakalım biz
neredeyiz.
Harıl harıl
çalışmaktayız.
Devlet olarak bir
yerlere gelmek isterken, geri geri gittiğimizin farkında bile değiliz.
ICAO belgelerini
“Mütercim Tercüman”lara çevirten bir anlayışın içerisinde nereye gidebiliriz
ki?
İkinci sınıf havacılık
damgası yediğimizde acilen Fransa’dan Bureau Veritas geldi ve bize belge nedir,
nasıl hazırlanır, nasıl uygulanıyor ise nasıl belgeleniri öğretmeye çalıştı.
Jeppesen de büyük bir
iyi niyetle OM örneği bastırıp Türkiye’ye geldi ve “sizin için biz yazalım”
dedi şirketlere. Örnek olarak verdiği OM acilen çoğaltıldı ve herkesin bir
kopyası oldu. Sonra SHGM’ye her şirket teker teker kendi OM’larını vermeye
başladı. Elbette neyin nasıl olması gerektiği hakkında kimsenin fazlaca bir
bilgisi olmadığı için “-meli, -malı” ile biten birçok cümle, senelerce kaldı
şirketlerin OM Part A’larında.
Uzunca bir süre
yinelenen ikazlarımız sonucu SHGM “bundan böyle “-meli, -malı” cümle
istemiyoruz demek zorunda kaldı. Yerine yazılanın ise ne olduğu önemli değildi.
Havacılık kültürü artık içerikten çok göze uygun görünmesi, çoğunlukla da ben
yaptım oldu anlayışına geçmişti. Ne de olsa SHGM’nin tüm bilgisayarları özel
bir havayolu tarafından “hibe” edilmişti.
17 Havayolu teker teker
denetlendi Bureau Veritas tarafından.
Komik olmakla birlikte
çarpıcı bir örnek olduğu için artık yazmamda sorun olmadığına inanarak şu anımı
aktarmalıyım. İlk soru;
-“Kuruluşunuzun
ruhsatını görebilir miyiz?”
-“Elbette.”
(Ruhsat çerçevesi ile sunulur)
-“Ruhsatınızda
‘Yolcu’ diyor. Bildiğimiz kadarıyla siz ‘kargo’ da taşıyorsunuz. Kargo Taşıma
ruhsatınızı görebilir miyiz?”
(Bu arada şirketin bir Kargo uçağı da var ve uçmakta.!)
-“Hemen
bakalım. Oğlum getirir misin ‘Kargo Taşıma’ ruhsatını.”
Bizler bu de sorumuzun
cevabını açık bırakıp bir sonraki soruya geçtik. Bir kaç zaman sonra, birisi
gelip Genel Müdür ve İşletme Müdürünün kulağına bir şeyler fısıldadı. Genel
Müdür masadan müsaade isteyip kalkıp dışarı gitti ve üç dakika sonra döndü;
-“SHGM’de
bulamamış. Atlamışız, onlar da atlamış. Biz hiç kargo taşıma ruhsatı
almamışız.!”
İstim sonradan gelsin,
bişii olmaz, hallederiz, kitabına uydururuz gibi deyim ve özlü sözler bize ait
ve bu bizim kültürümüzün bir parçası.
İlk uçak kaçırma
olayından bu yana (1969), geçen 35 sene içerisinde şunu görmekteyiz.
Havacılıkta gelişen teknoloji ve standartlar sonucu, 2014 senesinden bu yana
artık uçak kaçırma ile ilgilenmiyoruz. Bu sorun çözülmüş gibi.
Uçak kaçırmanın
sonlanması ile birlikte hava tarafı güvenliğinin de sağlanmış olması sonrası
sıra kara tarafı ve çevresel güvenlik önlemlerine gelmiş.
“Standartlar Ötesi
Kültür” size ne ifade ediyor bilemem ama biz havacılar için, özellikle benim
gibi hava hukuku üzerine yıllarını vermiş ve birçok şirketin OM ve
Part-A’larını yazmış birisi için çok yeni ve önemli bir kavram.
40 yılı aşkın bir
havacı için birikim (kültür) elbet geçmişte alınan derslerle desteklenecektir.
Üniversitelerde çalışan eğitim görevlilerince “gibi” yapılarak değil, yaşanmış
ve paylaşılmış örnekler ile anlatılacaktır. Bu anlatma olayı basit görünmekle
birlikte hepimiz biliyoruz ki “hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir.!”
Çocuğu bal seven bir
anne elbet bundan mutluluk duyar. Neticede bal kuvvetli bir besindir. Ama
çocuğu sabah kahvaltı sonrası öğlen yemeğinde ve hatta akşam yemeğinde bile bal
yemeye başlarsa bunda bir sorun var demektir. Zamanla öğünlerde sadece bal
yemeye başlayan çocuk elbet gıda zehirlenmesine aday olacak ve kilo kaybetmeye
başlayacaktır. Doktorlara gösterilir ama hepsi “sadece de bal yemekle
olmayacağını” söylemektedirler. Çocuk ise sadece bal yemekte ve kilo kaybı
devam etmektedir. Tıp biter, alternatif tıp da çare olmaz. Ne yapsalar boşa
çıkmaktadır, çocuk ise erimeye devam etmektedir. Artık kimsenin akıl
veremeyeceği bir noktada birisi bir dede’den bahseder. Dede, ormanda tek başına
yaşamaktadır, ne bilimsel ne de ruhani hiçbir sıfatı yoktur, odunculukla geçinmektedir
ama bilge olduğu söylenir. Çaresizlik insanı ikilemde bıraksa da o bir ihtimal
yüzünden çocuğunu sırtlar ve dağa çıkıp Dede’yi bulur, çocuğu önünde yere
yatırır ve durumu anlatır. Dede;
-“Anladım, şimdi çocuğu
götür ve bir hafta sonra getir.!” der.
Değişik duygular
içinde, kızmak ile hırslanmak arasında sırtında çocuğu, dağdan iner. Çocuk için
fazla zaman kalmamış gibidir. Aradan bir hafta geçer ve annesi, çocuğu Dede’ye
tekrar götürmesini ister babadan. Hınç dolu, kızgın ve kırgın baba için bu isteğe
karşı gelmenin yararı yoktur. Çocuğu sırtlar ve Dede’nin önüne yere serer;
-“Al işte getirdim.!”
der.
Dede çocuğun gözleri
içine bakar ve der ki;
-“Oğul, bal yemeden de
oluyor, al şu keçi sütünü bir iç.!” der.
Bir tas keçi sütünü
uzatır çocuğun dudaklarına ve çocuk hepsini lıkır lıkır içer. Sonra babaya
döner ve;
-“Haydi geçmiş olsun,
al çocuğunu git.!” der.
Babası tekrar çocuğu
sırtlar ve şaşkın vaziyette köye geri döner. Birkaç gün içerisinde çocuk kilo
almaya ve güçlenmeye başlar. Annesi ikaz eder;
-“Bey, al şunları götür
Dede’ye de bir teşekkür et.!” der.
Baba hala şaşkın,
karısının verdiği erzakı alarak yine tırmanır o yolu. Dede güzel karşılar. Hala
şaşkın baba sorusunu sorar;
-“Ne
doktorlar kaldı, he hacılar, ne hocalar. Hepsi de ‘bal yemeden de oluyor’
dediler yüzlerce defa ama sen bir defa söyledin ve oğlum seni dinledi, neden?”
diye sorar.
-“Çocuğu
getirdiğinde ben de balı seviyor ve yiyordum. O nedenle git de bir hafta sonra
getir çocuğunu dedim. O bir hafta ben de hiç bal yemedim ve gördüm ki, bal
yemeden de oluyormuş.” der.
Bilerek, deneyerek ve
sonuca inanarak söylemiş her söz kıymetlidir ve bu karşınızdaki tarafından
hissedilir.
Kültürün tanımı
içerisinde gizli tüm cevaplar.
ICAO ise “Tekdüzen
Ötesi Birikim” diyerek bir seviye daha yükseltiyor çıtayı.
Biz ise “gibi” yapmaya
devam eder gibiyiz.
Yoksa yanılıyor muyum?
170918