Prof. Salih Neftçi…
*
Türkiye’nin uluslararası alanda yetiştirdiği en önemli
ekonomistlerden biriydi. “Finans dehası” olarak tanınırdı. Dünya Bankası’na,
Çin Merkez Bankası’na, Uluslararası Kalkınma Ajansı’na, ABD Dışişleri
Bakanlığı’na danışmanlık yapardı. Öngörüleri paha biçilmezdi. ABD, Çin, İsviçre
üniversitelerinde ders verirdi.
Tanıdığım en zeki insanlardan biriydi. Teori’yle pratik’in
kesiştiği noktaydı. Maalesef çok erken kaybettik. Hakikaten çok arıyorum
rahmetliyi…
Çünkü ekonomiye dair tüm bildiklerimi ondan öğrendim.
Hayata bambaşka bir perspektifle bakmamı sağlamıştı.
Saatlerce sorardım, bıkmadan usanmadan anlatırdı.
Gene böyle bir sohbet sırasında, “şu piyasa tabir edilen kavramı,
ekonomi tahsili yapmayanların anlayacağı şekilde izah eder misin” dedim.
İzah etti.
“Türkiye’nin köklü
bankalarından birinin patronu beni aradı, atılım yapmak istediklerini söyledi,
yöneticilerine eğitim vermemi istedi.
Doğrusu hiç vaktim yoktu ama neticede memlekettir, geldim.
Bir hafta sürecekti. İstanbul’da küçük bir oteli kampa
çevirmişlerdi.
Bankanın yöneticileri, Anadolu’daki şube müdürleri, hepsi orada
kalıyordu.
Otelin restoranı, konferans salonu olarak kullanılıyordu.
Kürsüye çıktım. Hani bir zamanlar kösele ayakkabının içine beyaz
çorap giyme hastalığımız vardı ya… İlk dikkatimi çeken bu oldu. Hemen hepsi
beyaz çoraplıydı. İngilizce bilen var mı diye sordum. Bir iki üst düzey
yönetici haricinde, yoktu. Ama istisnasız hepsinin önünde not defterleri vardı.
Can kulağıyla dinliyorlardı.
Gece çalışıyor, ertesi sabah yeni yeni sorularla geliyorlardı.
Merak ediyorlardı.
Her saniyeyi değerlendirmek için, çaba harcıyorlardı.”
“Bu banka, Türkiye’nin en büyük bankalarından biri oldu.
Elbette çok küçük bir parçasıydım ama kendime gurur payı
çıkarıyordum.”
“Seneler sonra, aynı bankanın patronu beni tekrar aradı, dünyaya
açılmak istediklerini söyledi, yöneticilerine eğitim vermemi istedi.
Tekrar geldim. Bu defa İstanbul’un en büyük otellerinden birinde
kamp kurmuşlardı. Kürsüye çıktım. İlk dikkatimi çeken, İtalyan ayakkabılar
oldu.
Karşımda oturanların, eğitime gelmekten ziyade, kokteyle gider
gibi bi halleri vardı.
İngilizce bilen var mı diye sordum. Gülümsediler.
İstisnasız hepsi biliyordu.
Ama istisnasız, hiçbirinin önünde not defteri yoktu.
Gözlerinden ‘biz zaten senin anlatacağın her şeyi biliyoruz’
ifadesi okunuyordu.
Nezaketen dinlediler ama tek soru bile sormadılar.
Öğrenmek isteyen, bilgiye aç kadro gitmiş, onların yerine, her
şeyi bildiğini düşünen kadro gelmişti.”
“Hayatın
sürekli kendini yenilediğini…
Bilmekten
çok, öğrenmeye devam etmenin daha önemli olduğunu… unutmuşlardı.”
“İlk günün sonunda, akşam yemeğinde banka patronuyla buluştum.
Bir hafta kalmama gerek yok, ben yarın döneyim dedim.
Şaşırdı. Niye diye sordu. Batıyorsunuz dedim!
İyice afalladı. Anlamadım dedi.
Anlamadığınızı görüyorum, fazla dayanamazsınız, batıyorsunuz
dedim.
Tatsız bir yemek oldu. Ertesi gün New York’a döndüm.”
Seneye…
Bu banka battı.
Yılmaz
Özdil'in aktardığı Sayın Profesör Salih Neftçi'nin bir anısı.
*
Her meslekte olduğu gibi Türkiye’deki 464 bölümün 18,540
programdan birini bitirip Üniversite Mezunu olan öğrencilerimiz, artık hiç
kimseyi dinlemeye ihtiyacı olmayan, her şeyi bilen oluyorlar…
Bir gün üniversitemize gelen THY mensubu genç bir konuşmacı, “Bizler
pilotlarda Mühendis kafası arıyoruz, pilot adaylarını da onlardan seçiyoruz”
demişti. Kendisi Hukuk okumuştu ama bunun böyle olması gerektiğine onu inandırmıştı
birileri.
“How
Airline Pilots Lost the Basic Skills” ile The Haffington Post yazısı kısa
ama öz bir şekilde nedenlerini sıralamış.
Bilgisayara teslim olmuş bir nesil
yetiştirip, uçmayı bilmeyen ama çok iyi bilgisayar kullanan bir pilot grubu var
şimdi karşınızda.
Rahmetli Capt. Nural Vural eğitimlerde
pilotlara hep şunu derdi;
“Her tür problemde asli göreviniz; önce uçağı
uçur.!, sonra sorunu gider…”
O zamanlar tüm pilotlar askerden gelme idiler
ve aralarında parmakla sayılacak kadar az sivil pilot vardı ama hepsi “uçmak”
nedir biliyorlardı.
Eğitim
politikalarından vazgeçtim, havacılık ile ilgili yasal düzenlemelerin hala
yapılmamış olması garip. Hele uçucuların yasal korumadan yoksun oluşları,
senelik izinlerinin bile ‘kontrat’ maddelerine bağlı olmaları çok garibime
gidiyor.
Yine de SMS
uygulamaktan geri kalmıyoruz.
Aferin bize.
Hala B.777’den inip pırpır uçağı ile uçmaya
giden pilotlarımız var.
Yine de şimdikiler, hiçbir bölüm için adayın ne deneyim, ne yeti
ne de yeteneğine bakmıyorlar.
Belli ki İtalyan ayakkabı giyiyorlar ve teknolojiye güveniyorlar.
Ne diyelim?
Siz de kendinizi güvende hissedebilirsiniz artık.!
160425