DOLMUŞU İCAT EDEN ADAM:
1929 ekonomik krizi patladığında
tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kepenkler bir bir
kapanıyor, esnaf gibi taksicilerde kara kara
düşünüyordu. Cağaloğlu’nda lokanta işleten Aşçı Halit
ise turistlerle ahbaplık kurdukça taksiciliğe de başlamıştı fakat o da kriz
döneminde kontak açmadan evinin yolunu tutuyordu.
Daimi müşterisi Musevi bir işadamı
işlerin bozulduğunu ve artık taksiye binemeyeceğini
söyleyince Aşçı Halit, aynı yöne giden dört müşteriye saatin yazdığı ücreti
paylaştırmayı önerdi. Bu önerinin kabul edilmesiyle Nişantaşı – Eminönü dolmuş
seferleri de başlamış oldu. Üstelik Aşçı Halit günlük servisini yaptıktan sonra
boş yatmak yerine, Karaköy İskelesi’nin önüne gelip “5 kuruşa Taksim” diye
bağırarak müşteri avına çıkıyordu. Aşçı Halit, Türkiye’de dolmuşçuluğun resmi
başlangıcına imza atmıştı. Onu diğer şoförler ve hatlar arasında gidip gelen
yüzlerce dolmuş izledi. Basit ama yenilikçi ve parlak bir fikir sonucu dolmuş
doğmuş, dolmuşlar dolmuştu…
Zeynep
AVCI
JET EĞİTİM UÇAĞI
Bundan yıllar
önce tasarlanmış ama ne yazık ki sadece kağıt üzerinde
kalmış bir proje vardı.
Önce Türk
Hava Kurumu (THK) Uçak Fabrikası tarafından tasarlanan daha sonra Makina Kimya Endüstrisi (MKE) Fabrikaları'nda devam
ettirilmek istenen projenin adı 'Mehmetçik'ti.
1940'ların
başında kurulan THK Uçak Fabrikası savaş nedeniyle ülkelerinden kaçan Polonyalı
uçak mühendislerinin yardımıyla ciddi yol almıştı. Yerli imkânlarla tasarlanan
uçak ve planörler THK'nın yanı sıra Hava Kuvvetleri tarafından da
kullanılıyordu.
Fabrikanın
tasarladığı 16 değişik uçak ve planör dizaynından
belki de en ilginci jet motorlu THK-16 olarak adlandırılan Mehmetçik'ti.
Hazırlanan projeler arasında 16'ncı sırada yer aldığı içinde bu modele THK-16
denilmişti.
Yüksek
Mühendis Selahattin Sabri Beler başkanlığındaki ekip tarafından tasarlanan
uçak, Türk Hava Kuvvetleri'nin envanterine girmeye
başlayan jetlerde görev yapacak pilotların eğitiminde kullanılması
planlanıyordu. Tamamen metal gövdeye sahip uçağın kokpitinde
pilotlar tandem yani önde öğrenci, arkada öğretmen pilot uçacak şekilde
tasarlanmıştı.
Uçakta
Fransız Turbomeca imalatı Pimene
jet motorları kullanılacak, istenirse yine aynı şirketin Palas tipi jet motoru
da takılabilecekti.
Yeterli
sayıda uçak siparişi alamayan THK, Uçak ve Ankara Gazi Çiftliği'ndeki Motor
Fabrikası krize girmişti. THK, 5 Nisan 1952'de yapılan anlaşma ile Uçak ve
Motor Fabrikası'nı 4 milyon lira karşılığında MKE'ye sattı.
Yavuz Kansu
müdürlüğünde yeniden yapılan fabrika, THK'nın geliştirdiği 6 ayrı modeli imal
etme kararı aldı. Bunlardan biri de Model 3 olarak yeniden adlandırılan
Mehmetçik'ti.
Ancak
Mehmetçik imalata geçemedi. Aynı dönemde Amerikan yardımları ile Hava
Kuvvetleri'ne hibe edilen Lockheed T-33 jet eğitim
uçakları nedeniyle proje sona erdi. MKE'nin imal ettiği uçaklar günün
teknolojisinden geri kalmaya başlayınca uçak imalatı 1957'de durduruldu.
Münih
Havalimanı Uçuş Koordinatörü olan Tuncay Deniz uzun yıllardır Türk Havacılık Sanayii hakkında araştırma yapıyor. Deniz, Mehmetçik ile
ilgili bilgi toplamak amacıyla önce MKE'ye başvurdu. MKE’nin verdiği bilgiye
göre, Alman askeri diş hekiminin yıllar önce Türkiye'deki uçak fabrikaları ile
ilgili çizimler, istatistikler ve resimlerden oluşan tüm belgeleri araştırma
yapmak için aldığı daha sonra geri getirmediği cevabını verdi. Hatta birçok
belgenin atık kağıt olarak SEKA'ya gittiği de tahmin
ediliyor.
Tuncay Deniz
belgelerin Almanya'da peşine düştü. Mehmetçik'ten kalanların Berlin'deki Alman
Havacılık Müzesi'nde olduğunu tespit ederek başvurdu. İncelemek amacıyla
istediği bu belgelerden ancak çok azı Tuncay Deniz'e verildi. Geriye kalan
belgeler ne yazık ki gösterilmedi.
TÜRK MALI JEEP
Tuzla’da Jeep’lerin üretildiği fabrika, 1954 yılında,
“Türk Willys Overland”
adıyla kurulmuştu. Türkiye’nin ilk otomotiv fabrikası sayılan bu yerde, ABD’den
getirilen parçalar yerli parçalarla montajlanarak
sivil ve askerî amaçlı Jeep, kamyonet üretiliyordu.
Fabrika daha sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’ne devredildi. 1986 yılından
itibaren ‘T Model’ adıyla jeep’lerin
yerlileştirilmesi çalışmalarına geçildi. 1990’lı yıllarda da yüzde yüz yerli GT
ve GTD Model olarak askeri jeep üretimine başlandı.
Araçlara ait marka tescili, 1995’te Türk Patent Enstitüsü tarafından ‘Tuzla
1013’ adı ve ‘T’ logosuyla yapıldı. Ayrıca, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Sanayi
Genel Müdürlüğü’nden araç tip onay belgeleri alınarak, ihracat için gerekli
şartlar elde edildi. (PS: Asıl adı GP -General Puspose-
olan bu model Gee Pee diye
anılırken zamanla jeep diye anılmaya başlanmıştır)
“Tuzla Fabrikası, Türkiye’nin yerli
malı ilk seri üretim otomotiv fabrikasıdır. Burada 4 x 4 yerli askeri arazi
araçları üretildi, 15 farklı model… Komutan aracı, personel aracı, mobil silah
araçları, ambülans… Ben kesin cümlelerle şunu ifade
edeyim: Bu projede geldiğimiz noktada ürettiğimiz araçlar, teknolojik açıdan,
yurtdışından ithal edilen araçlardan çok daha üstündü. İthal taşıtların
tırmanamadığı eğime bizimkiler tırmanır…”
Prof. Güçlü şöyle devam ediyor: “Oysa, Türkiye’de,
1988-2006 yılları arasında, YTÜ işbirliğiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 1013.
Ordu Donatım Ana Tamir (Tuzla Askeri Jip)
Fabrikası’nda “Tuzla 1013” markasıyla on bin’in üzerinde yerli askeri jeep tasarlanmış ve seri olarak üretilmiştir. Yani bu jeep projesinin yönetimi, tasarımı ve imalatı tamamen
ülkemize aittir. Türkiye için övünç kaynağı olan bu başarı hikâyesini, ne yazık
ki Ordumuzun içerisindeki küçük bir grubun ve otomotiv sektöründeki bazı duayenlerin dışında kimse bilmemektedir. “Bugün milli
uydumuz Göktürk-2’nin üretilmesi ne kadar önemliyse, 1990’lı yıllarda yerli bir
askeri araç tasarlamak ve üretmek de o kadar önemliydi, bugün de halen çok
önemli.
15 yıldan fazla sürede, yerli 13 bin kadar askeri jeep
üretti, çeşit çeşit; her ihtiyacı karşılayan… Sonra,
2006’da, üretim durduruldu, hiçbir açıklama yapılmadan!..
“Bizim yapmaya, gerçekleştirmeye çalıştığımız; yerli olarak ürettiğimiz ama
her seferinde içeriden ve dışarıdan önümüzün kesildiği onlarca proje var.
Devrim arabaları bir örnek… Benzin unutuldu diye proje iptal edilir mi? Buna
kim inanır? Türkiye uçak yapıp Hollanda’ya ihraç ettiği zaman da proje
durduruldu. Dış güçler engel oluyor ama tabii içerden de onlara destek olanlar
çıkıyor.
İnsanımız çalışkandır, beyin gücümüz de var. İrade ve teşvik gerekiyor. Bu
ülkenin başaramayacağı hiçbir şey yok.
Tuzla Jeep Fabrikası’nda Jeep
üretiminin durdurulması, ülkemize yapılan en büyük kötülüklerden biri olup
soruşturulması gereken bir husustur.”
Kaynak: http://www.anadolu.eu/Dergi/jeep.pdf
19 Aralık 1947’de Başkan Harry S. Truman’ın teklifi ile Senato
3 Nisan 1948’de Marshall Planı diye bilinen Ekonomik İşbirliği Anlaşması
teklifini onayladı. Bu anlaşmaya katılacak ülkeler Avusturya, Belçika,
Danimarka, Fransa, Batı Almanya, Birleşik Krallık, Yunanistan, İrlanda, İtalya,
Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İsveç, İsviçre ve Türkiye idi.
Bu işbirliği Anlaşması ve Yardım Paketi’nden faydalanmak için anlaşmayı
imzalamaları gerekliydi. Paket parasal, ekonomik işbirliği, dış ticaret
konularında ABD ile işbirliği şartı getirmekte idi. Amaç, II. Dünya Savaşı’nın
harap ettiği ülkelerin gelişmesine yardımcı olmaktı.
Elbette ABD’de bundan çıkar sağlamalı idi. Yapılan yardım karşılığı ABD
hükümetinden alınacak tüm mallar, ABD gemileri ile taşınacak, satın almış olsan
da o malları, ABD istemediği yer ve şekilde kullanamayacaktı.
Görüleceği üzere bu anlaşmayı imzalamış olan ülkelerin çoğu, günümüzde
birer güç. İstisna olarak Yunanistan ve Türkiye!
Yeni Türkiye ise şimdilerde Uçak Gemisi yapmaya hazırlanıyor. Kıbrıs
çıkartması için ailemin evlendiklerinde taktıkları altın yüzükleri “çıkarma
gemisi” yapmak üzere devlete verdiklerini ben unutmadım. Bu siber teknoloji
devrinde çözülemeyen yazılımlar nedeniyle “intihar” eden gençlerimizi de
unutmadım, intihar etmelerine engel olamayanları da.
Prof. Güçlü’nün bir sözü beni çok etkiledi:
“Dış güçler engel oluyor ama tabii içerden de onlara destek olanlar
çıkıyor.”
Sait Çamlıca’nın bir sözünü de unutmadım:
“Oku emrini diploma al diye anlamış olmanın bedelini çok ağır ödüyoruz.”
Bu da imzalamış olduğumuz “Fulbright Antlaşması”
nedeniyle.
ABD ile yapılan ikili antlaşmaların tümünde ortak olan bir özellik vardır.
Bu antlaşmalar planlı bir bütünsellik taşır ve birbirleri ile tamamlayıcı
bağlantılar içindedir.
Rahmetli İsmet İnönü, 1963’te, Türkiye’yi ABD’nin yarı sömürgesi yapan bu
durumu, şöyle açıklamıştı:
“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyorsunuz.
Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu?
Karar vereceğim ve işi
teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve
öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu?
Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar.
Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı
tedbir alıyorlar.
Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden Washington’un haberi
oluyor. Sonucu memurdan önce sefirden öğreniyorum.”
Bknz: Yakın Tarih
Çevik Kuvvet’in bir videosunda birisi bağrıyordu:
“Run, run, run…”
1948’de Rockefeller ve Carnegie bağışları ile yapılan
testlerle ispatlanan bir gerçek nedeniyle eğitim seviyesinin düşürülmesine
karar verildi. Neden, gelen göçmenlerin “az akıllı” olmalarına bağlandı. Gerçek
ise bambaşkaydı. Düşünen kafaları idare etmek güçtü. Politikacıların her
dediğine inanmıyorlardı. Tıpkı “eğitim seviyesi arttıkça oy oranımız düşüyor”
serzenişinde olduğu gibi. Bu gün havacılık sektöründen lisans sahibi birinin
Havacılık eğitimi veren bir üniversitede çalışamayacağı gerçeği hala önümüzde
duruyor.
Bknz: Okullu
Olmak
Jet ve Jeep gibi daha neler yapabilecek zeka ve insan gücüne sahibiz.
Eksik olan ne peki?
150511