Neden Harf Devrimi?
Okuma-yazma bilenlerin yüzdesi |
|||
Yıl |
Kadın % |
Erkek % |
Genel % |
1927 |
4 |
17.4 |
10.7 |
1927’deki ilk sayıma göre nüfusun 13 milyon 648 bin 270 kişi olduğu açıklandı.
Okuma-Yazma bilen bu %10'un büyük bir kısmı azınlık ve zaten yabancı okullarda öğrendiği Arap harfleri yanı sıra, Latin harfleri ile de okur-yazardı.
Osmanlı Devleti’nin bir türlü eğitim ve sağlık gibi
sosyal yönlü alanlarda başta Anadolu olmak üzere toprakları üzerinde istediklerini
yapamaması, Medreselerin bu ülkede millî menfaat, millî duygu ve milli bilince
daima yabancı kalmış olmaları, Osmanlı Devleti’ni misyonerlerin adeta merkezi haline getirmişti.
Üstelik Osmanlı Devleti'nin verdiği kapitülasyonlar o seviyeye gelmişti ki Osmanlı ülkesinde yaşayan Müslüman halkın yabancılar kadar hakları yoktu. Osmanlı Devleti bu yabancıları hiçbir şekilde sorgulayamaz, yargılayamaz ve onlara kötü muamele yapamazdı. Bazen ya çok düşük bir vergi ödüyorlar, bazen de vergilerden dahi muaf hale geliyorlardı. Devletin herhangi bir mülki amirinin müdahalesi sırasında ise derhal konsolosluğa başvuruluyor ve devlet ya kat kat bedelini ödüyor ya da daha fazla ayrıcalıklar veriyordu.
Sadece bununla kalmıyor, sanat ve zanaatkârların göçünü de engelleyemiyordu. Göç nedenlerinin başında bu yabancı okulların ortaya çıkarıp imrendirdiği ülkelerdeki din ve kültür farklılığı etkendi. Avrupa, dinde tartışmayı başlatan, tabuları yıkan ve din için savaşmış, din ile ilgili sorunlarını çözmüş durumdaydı. Sanayi devrimini başlatmış, yeti ve yetenekli sanatkâr ve zanaatkârlara ihtiyacı vardı. Osmanlı ülkesinde karışıklık ve çöküş dönemi kargaşası da eklenince göç, en doğru davranış biçimi olarak karşımıza çıkar.
Fransızlar:
Cizvit misyonerler genelde Fransa'nın amaçlarına yönelik hareket etmişlerdir. Siyaset olarak Fransa’ya, mezhep olarak koyu bir şekilde Papa'ya bağlı idiler. Osmanlı İmparatorluğu'nda misyonerlik yapma faaliyetini yakalayan ilk grup Cizvitler’dir.
İstanbul'da 1362 yılında, aslında mahalle çocuklarının öğrenim görmeleri için yapılmış olan basit bir okul manastıra bağlanmış, 1607’de ise Kral Henri IV tarafından gönderilen cizvit rahipleri tarafından geliştirilmiştir. 1783 yılında Kral Louis XVI’nın emriyle cizvit rahipleri okulu şimdiki Saint-Benoit kolejini açan Lazaristler’e devretmişlerdir. İstanbul'daki Saint-Benoit Fransız Lisesi cizvitler tarafından kurulmamış olmasına karşın, gelişiminde cizvitlerin etkileri görülmektedir. Cizvitlerle birlikte Katolikliğin diğer tarikatları olan Fransisken, Dominiken, Kapuçin ve Frerler de Osmanlı Devletine ayrıcalıkların sağladığı yararlarla gelmeye başladılar. Çoğu kendi isimleriyle anılan St.Joseph, St.Michel, St.Louis, Sankt Georg, Mersin, Aya Gergeos rum okulu ve Notre Dame de Sion gibi okullar açtılar.
I. Dünya Savaşı öncesinde Fransız Katoliklerinin İstanbul dışında Osmanlı topraklarında dağılımı şu şekilde olmuştur:
Yer Adı |
Okul Sayısı |
Öğrenci Sayısı (Yaklaşık) |
Mersin |
5 |
1650 |
Sivas |
1 |
200 |
Tokat |
1 |
130 |
Amasya |
2 |
280 |
Şebinkarahisar |
2 |
300 |
Kayseri |
1 |
600 |
Adana |
1 |
200 |
Beyrut |
7 |
1710 |
Sayda |
8 |
1305 |
Lübnan |
10 |
1630 |
Havran |
4 |
210 |
Toplam |
42 |
8255 |
1914 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti'ndeki Fransız okullarının sayısı yaklaşık olarak 500 civarındaydı ve bu okullarda 59.414 öğrenci eğitim görüyordu
Fransiskenlerin Mersin, Tarsus, Samsun, Trabzon, Harput, Malatya, Diyarbakır ve Mardin yörelerinde toplam 735 öğrencinin okuduğu hemşire okulları vardı.
Yer Adı |
Okul Sayısı |
Öğrenci Sayısı(Yaklaşık) |
Beyrut |
2 |
150 |
Kadıköy |
1 |
30 |
Diyarbakır |
1 |
140 |
Harput |
3 |
100 |
Malatya |
2 |
60 |
Mardin |
2 |
60 |
Mersin |
3 |
145 |
Urfa |
1 |
50 |
Toplam |
15 |
735 |
Bu gelişmeler, XIX. yüzyılda, gelişen ve değişen dünya emperyalizmi acımasız yüzünü göstermektedir. Sanayi Devrimini yaşamış devletler, yeni ve bakir alanlar bulmakta hem kaynak, hem de pazar olarak bu alanları kullanmaktadırlar.
Fransızlar ülkelere kültürleri ile girer ve Fransızcanın uluslar arası diplomasi dili olması nedeniyle de kolayca kabul görürlerdi. Elbette din ve kültür satarak beyin göçü de almakta idiler.
İlk Amerikalı
misyonerler ve ABCFM
(American Board of Commissioners for Foreign Missions)
James Madison Amerika Birleşik Devletlerinin 4. Başkanı
ve siyaset felsefecisidir. 1801-1809 yılları arasında dışişleri bakanı olarak
görev yapan Madison, 1809-1817 arasında devlet başkanlığı yapmıştır.
ABD’nin bilim ve sanayide ihtiyacı olan yetişmiş ve yetenekli insanlara ihtiyacı olduğunu gören, sanat ve zanaat erbaplarını göç yolu ile ülkesine kazandırmak isteyen bir siyaset felsefecisidir.
ABD XIX yüzyılda dünyanın güçlü ve emperyalist devletleri arasına girme mücadelesi vermektedir. ABD, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması ve yarı sömürge haline getirilmesinde tüccar ve misyoner faaliyetlerini kullanmıştır.
Amerikan Board’un Osmanlı topraklarındaki faaliyetlerinde uygulanan en önemli yöntemi eğitim olmuştur.
1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı büyük ölçüde gayrı Müslimlerin haklarını genişletmeye yönelik hükümler içermekteydi.
Sultan II. Abdülhamit döneminde Amerikan Board okullarının sayısı 468’dir.
Osmanlı Devleti’nin kendi bünyesindeki
Ermeniler için çıkartılan 1863’te “Ermeni Milleti Nizamnamesi” başta olmak
üzere 1861’de “Rum Patriği Nizamnamesi”, 1865 yılında da “Yahudi Milleti
Nizamnamesi” gibi hazırlanan Nizamnameler, Gülhane Hattı Hümayun’u ve
Ferman-ı Islahat gibi Fermanlar ile Ermeniler başta olmak üzere diğer
gayrimüslimler arasında yeniden düzenlemeler sağlanmış ve onlara imtiyazlar
verilmiştir. |
Gayrimüslimler için hazırlanan ve reform niteliğinde olan bu
fermanların ve Berlin, Ayestefanos, Paris
Antlaşmaları’nın hükümleri gereğince, yabancı devletler sanki Osmanlı
Devleti’nin İçişleri Bakanlığı gibi davranmaya başlamışlardır. Bu antlaşmalar
neticesinde azınlıkların hayat standartları yükseltilerek, dinlerine
bakılmaksızın, bütün gayrimüslimler aynı statüye getirilmiş ve onlara daha
rahat yaşama ve hareket etme imkânı sağlanmıştır. Bu rahatlık ve serbest
hareket etme imkânı, yabancı devletler için Protestanlığı yayma adına önemli
bir unsur olarak da kullanılmıştır. |
(Basmacıyan, 2005: 45-53). |
Bu okulların çoğu Ermeni Milleti için açılmıştır.
1854 senesinde ABD’de 20, 1870’de ise 70 Ermeni vardır.
1880 sonlarında ise bu sayı 1800’e erişmiştir. Bunların çoğu erkek ve Osmanlı topraklarından (%40’ı Mamuret-ul-Aziz’den / Harput’dan) Evangelist misyonerler tarafından getirilen işçi Ermenilerdir.
1820 ile 1898 arası göç eden Ermeni nüfusu 4000 civarıdır.
1890’larda Osmanlıdan göç eden Ermeni nüfüsu 12,000’den fazladır.
ABD Göçmen Ofisi tarafından verilen bilgiye göre 1899-1917 arası ABD’ye göç eden Ermenilerin sayısı 54,057’dir ve bunların 46,474’ü Osmanlı’dan gelenlerdir.
Avrupa’nın ekonomi ve sanayide güçlenerek yenidünyanın bu konuda geri kalması, elbette yeni kıtaya esnaf ve zanaatkârların göçmemesinden dolayıdır.
Tarihten ibret alan ABD, Fatih Sultan Mehmet’in aşağıdaki fermanı ile yaptıklarının önemini anlamış ve Osmanlıda sanatkâr ve zanaatkârların hemen tümünün Ermeni olmasını da göz ardı etmemiştir.
Fatih şehrin ticaret merkezi olan Galata’dan kaçmış olan Rumların ve Cenevizlilerin dönmesini sağladı. Sanatkâr ve zanaatkârlara şehri yeniden inşa ve ekonomide üretimi yeniden canlandırmak için ihtiyaç vardı.
Fatih’in İstanbul’u alan topları, Kırklareli’nin Demirköy mevkiinde Urbain yahut Ulah isimli bir Macar mühendise döktürdüğünü hatırlayalım.
"Ben ki
Emir-i azam Sultan Murad'ın oğlu, Padişah-ı muazzam
ve Emir-i azam Sultan Mehmed Hanım, yeri ve göğü
yaratanın namına, büyük Peygamberimiz Muhammed namına biz Müslümanların
inanmış olduğumuz Sebu'l-Mesani
namına, Allah'ın yüz yirmi dört bin peygamberi namına, büyük babamın ve
babamın ruhuna, oğullarımızın namına, kuşandığım kılıç aşkına yemin ederim
ki, şehrin Katolik Archontlar tarafından Bab-ı Hümayunumuza mebus olan Archontlar
ve Senyör Pallavicino ve Senyör Marki Drifango ve tercüman Nikola Pelazoni tarafından gerçekleştirilen istek üzerine, bugün
hükümet idareme boyun eğdiklerinden bütün memleketlerimde görüldüğü üzere,
Galata ahalisine kanunlarını ve serbestliklerini bırakıyorum. Binaenaleyh,
Galata surları yıkılacak ise de, mallarını, evlerini, dükkânlarını,
bağlarını, değirmenlerini, gemi ve sandallarını, ticaretlerini eş ve
çocuklarını istedikleri gibi idare etmek üzere muhafaza edeceklerdir. Ticaret
mallarını memleketimin her tarafında satabilirler. Denizde ve karada
serbestçe seyahat edebilirler. Hiçbir gümrüğe, hiçbir angaryaya tabi
olmayacaklardır. Ancak itaatim altında bulunan diğer memleketlerde olduğu
gibi, vergi ile mükellef olacaklar. Bu kanunlar ve adetler bugünden itibaren
ve ebedi olarak devam edecektir. Ben onları kendi şahsım gibi himaye ve
müdafaa edeceğim. Oturdukları beldede kilise ve ibadetlerini muhafaza
edebilecekler. Ancak çan çalmak yasaktır. Kiliselerini camiye çevirmeyeceğim,
fakat yeniden kilise inşa etmeyecekler. Tüccarlar serbestçe davranarak,
ticaretle meşgul olabilirler. Yeniçeri sınıfına katmak üzere evlatlarını
almayacağım. Dinimizi kabul etmeleri için asla hiçbir zorlama
görmeyeceklerdir. Galata ahalisine vaat ederim ki, kendilerini bir köle
sıfatı ile idare etmeyeceğim. Evlerinde ne yeniçeriler, nede esirler iskân
edilmeyecektir. İşlerini görmek için içlerinden birini intihap edeceklerdir. Archonte ve kahyalar rencide edilmeyecektir. Tarafımızdan yazılan bu fermanda yazıldığı üzere, vergi vermek şartıyla gidip gelmekte özgür olacaklardır." |
(Hilkati Alemin 6961 ci ve hicretin 857 senesi Cemaziyel evvel evahirinde yazılmıştır.1453) |
Fatih Sultan Mehmet Han Sani |
Açılan okulların sayısı bu yöntemin ne derecede uygulandığının bir kanıtıdır.
Amerikalı kadın misyonerlerin kullandıkları iki önemli çalışma yöntemleri vardır.
Bunlardan ilki Amerikan okulları bünyesinde açılan anaokullarında çalışmaktır.
Kadın misyonerler bu okullarında özellikle çocuk eğitimi konusunda odaklanmışlardır. Örneğin kadın misyonerlerin Anadolu’da yapmış olduğu çalışmalar neticesinde 378 köy okulu açılmıştır.
ABCFM misyonerleri, misyonerlik faaliyetlerine başlamadan önce hareket alanında halkın demografik, sosyal, kültürel ve etnik dağılımını halkın moral durumunu belirliyorlar, hangi konularda ne gibi eksikleri bulunduğunu ölçüyorlardı. Tüm bunlara sondaj çalışmaları deniliyordu.
Bu sondaj çalışmaları şu başlıklar altında yürütülüyordu.
· Dinsel açıdan halkın durumu nedir?
· Ruhbanın durumu nedir?
· Ülkede eğitim ve öğretime ilişkin durum nedir?
· Halkın moral durumu nasıldır?
Misyonerlik faaliyetlerini yeni başladığı zamanlarda eşleriyle birlikte Beyrut’a yerleşen William Goodell ve Isaac Bird, çok hızlı bir şekilde çalışmaya başlamışlar ve bölge dillerini çok iyi çözmüşlerdi.
Onları başarılı kılansa bir okul açmaları ve iki Ermeni din adamını Protestanlaştırmaları oldu (Ermeniler aslen Ortodoks/Gregoryen’dirler). Diyanisos Karabet ve Kirkor Vartabet, Amerikalı misyonerlere Ermenice dersleri verirken Protestanlığın cazibesinden kurtulamamışlardı. 19. yüzyılda da Osmanlı Devletinde bulunan misyonerlerin pek çoğu iyi yetişmiş, bilgili insanlardır.
William Goodel (1792–1867), William G. Schauffler (1789–1883) ve Elias Riggs (1810-1901) Osmanlı Devleti'nde faaliyet göstermiş en önemli Amerikalı misyonerler arasındadır.
Şüphesiz misyonerliğin başlangıçtaki amacı hedef alınan bölgelerdeki kitlelere iyi bir dini eğitim vermekti. Bu amaçla ilk gelen papazlar hemen İncil’i anlatmaya başladılar. İlerleyen süreçte İncil'i Türkçeye ve Osmanlı Devleti'nde hedef aldıkları toplumların dillerine çevirmeye başladılar. Öncelikli hedef olan Ermeni nüfus bölgeleri ilk ve en önemli hedefti. Tüm bu faaliyetler ABCFM tarafında yollanan misyonerlerce planlanıyor ve yürütülüyordu.
Nihayet 27 Kasım 1850 tarihinde Protestanları bir millet olarak tanımlayan Sultan Abdülmecit’in fermanı çıktı.
ABCFM nin bu derece etkili olmasının şüphesiz ki en büyük payı maddi desteklemelerinden kaynaklanmıyordu. Zaten ABCFM’nin stratejisi buna uygundu. Başlangıçta yardım ediyor, giderlerini karşılıyor, yönetimini üstleniyordu. Ama zamanla başka örgütlerin, kişilerin, fonların devreye girmesi, eğitimin bir kısmın paralı bir hal alması, bazı yan gelirlerin elde edilmesi ABCFM'yi rahatlatıyordu.
Okulların açılmasından yaklaşık 50 yıl sonra yerel yöneticilere devredilmesi planlanmıştı.
1820’lerde Anadolu’nun hemen hemen bütün illerinde açılmaya başlanan bu okulların sayısında zaman içerisinde büyük bir artış olmuş, 1845’de 7 okul, 1895’de de 20.496 öğrencisiyle 423 okul açılmıştır.
1859 dan itibaren Amerikan doktorları Anadolu’da 9 hastane ve 10 dispanser açmış olup hasta sayısı yaklaşık 40 bin kişi idi.
Bu sayı 1913’de de 26.000 öğrencisiyle 450-460 okula ulaşmıştır.
Amerikan Konsoloslukları
Anadolu’nun belli başlı yerlerinde açılan ve ileride açılması planlanan konsolosluklar, ilk aşamada kendilerine Osmanlı topraklarında rakip olan Rusya’nın Anadolu’ya sızmasını ve misyonerlik faaliyetlerinde bulunmasını engellemek için önlerine bir bent çekmeye çalışarak Merzifon, Sivas, Harput, Erzurum, Bitlis ve Van vilayetlerinde açılmıştı.
Geniş bir çevrede etkili olan Amerikan konsoloslukları gerçektende görevlerinde Başarlı olmuşlardı.
Konsoloslukların diğer bir önemli faaliyeti ise Ermenilere kolay bir şekilde pasaport vermeleri ve onların Amerika’ya göçlerini hızlandırıp Ermenilerin kısa sürede Amerikan vatandaşlığına geçmelerini sağlamaktı.
Ermenilerin ABD’ye göçü meselesinde en önemli rolü misyonerlerle birlikte konsolosluklar paylaşmışlardı.
Misyoner okullarından mezun olup eğitimini ilerletme amacıyla başlayan göç, daha sonra kitleler halinde devam ederek, Amerika’da bugün dahi konuşulan Ermeni yerleşiminin temelini oluşturmuştu.
Elbette ki bu durumun oluşması ileride Osmanlı Devleti için büyük sorunlar doğuracak ve sonrası Osmanlı Devleti konsoloslukların faaliyetlerini kısıtlayacak ve Ermeni göçünü engellemeye çalışacaktı.
Osmanlı Devleti'nin Amerika ile imzalamış olduğu 1830 tarihli ticaret anlaşmasının 4. maddesinde yer alan “Amerikan vatandaşlarının Osmanlı makamlarınca mahkeme edilemeyişi” hükmünden istifade ediyor olmaları, ABD vatandaşlığına geçip bu ülkede ticaret yapmaya devam edenler için önemli bir ayrıcalıktı!
Tevhid-i
Tedrisat
Yabancı okullar, daha çok Tanzimat döneminde açılmışlardır. 1869 yılında Maarifi Umumiye Nizamnamesi müfredat kontrolü sağlayamamış, 1915'deki Mekatibi Hususiye Talimatnamesi, 1. Dünya Savaşından Osmanlının yenik çıkması ile uygulanamamıştır.
Böylece Kapitülasyon adı altında verilen ayrıcalıklar ile Fransa, İtalya ve Avusturya Katolik topluluğu, Amerika ve İngiltere Protestan grupları, Ruslarda Ortodoks'ların koruyucuları olarak kendilerine müdahale ve mücadele sahaları yaratmışlardır.
Ancak Lozan Antlaşması'ndan sonra Türk Devleti yabancı okulların müfredatlarına müdahale ve içeriklerine düzenleme getirerek bu okulları kontrol altına alabilmiştir.
Bu arada medreselerin kapatılması gerek Meclis'te, gerekse bazı basın organlarında sert eleştirilere uğruyordu.
1925 yılında Muallimler Birliği’nde bir konuşma yapan İsmet Paşa, bu yasayı hazırlayıp kabul ederken bunun yanlış yorumlanacağını, dinsizlik suçlamasına uğrayacaklarını, halkın tahrik edileceğini vs.. bildiklerini söylüyor ve şöyle diyordu:
"Fakat TBMM kararını verdi. Tedricen varılacak gayeleri tâcil etmek, inkılâp yapmaktır. TBMM'nin zarurî bir neticeyi bir kanun ile tâcil ve tespit etmesi, bir inkılap addolunabilir. Bunu yapmak için arîz ve amîk düşündük. (...) Mugaletata, tezvirata boyun eğmek, itiraf-ı acz olurdu. İnkılâplar kâdir ve kâhirdir."
T.B.M.M.’nin, Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu ile, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti ile Hilâfet’in ilgasına dair kanunları kabul ettiği 3 Mart 1924 tarihinde artık bu okulların dönemi bitmişti.
- Toplam 2148 yabancı okul -
Tevhid-i Tedrisat’a uygun eğitim ve öğretim yapacağını bildiren çok az sayıda okul, (Robret Kolej, Tarsus Amerikan Koleji, Sn.Benoit, vs..) eğitime devam etti. Merzifon, Kayseri vs. meşhur Amerikan okulları ile İzmir’deki Fransız okulu gibi yasaya uymayı kabul etmeyen binlerce okul da kapatıldı.
Osmanlı’nın başaramadığı sanat ve zanaatkâr göçünü engellemenin yeri ve zamanı gelmişti.
Medreseler bu ülkede millî menfaat, millî duygu ve bilince daima yabancı kalmışlar ve ülkenin yabancı okullarla dolmasına engel olamamışlardı.
Bu yabancı okullar, medreselerin bıraktığı boşluklardan yararlanarak Türkiye'ye yerleşmişlerdi.
Türk hükümetinin kesin prensipleri karşısında Fransa 1924 Ocağında Türkiye'ye bir nota verdi. Türkiye bu notaya verdiği cevapta, papaz okullarının laik bir Cumhuriyet ile uyuşamayacağını, onun için dinî okulların laik bir tarzda eğitim yapmalarını, yoksa kapatılacaklarını bildirmiştir.
“Yabancı
okullar dinî öğretim ve özel bir yerde ibadet de yaptırabilirler. Mabetlerin
dışında heykel, tasvir ve haç bulundurmak yasaktır.
Müslümanların
ve başka mezhepten öğrencilerin okullardaki dinî ayinlere katılmaları yasaktır.
Bunun için sık sık denetlemeler yapılacak ve suçlular cezalandırılacaktır.”
Fransızca Eğitim
Tevhid-i Tedrisat güzel de, %90’ı okuma-yazma bilmeyen halka eğitim seferberliği adı altında ne öğretilecek, bunca asır eğitilmemiş bu halk, şimdi hangi nedenle eğitime katılacak bir moral etkene sahip olacaktı.
Bakanlık, önceden hazırlatıp Heyet-i İlmiye’ye onaylattırdığı, ilköğretimin, altı yıldan beş yıla indirilmesi kararını da, 1924-1925 öğretim yılından itibaren tartışmalar içinde uygulatmaya başladı.
Bakan, mecburî öğretim süresindeki bu azalmayı, yeni kurulacak “Hayat Mektepleri”yle kapatacağına dair söz vermişti.
Gerçekten de bu okulların kurulma hazırlıklarına hemen başlanıldı.
Öğretim süresinin beş yıl, öğretim dilinin Fransızca olması kararlaştırıldı.
Başlangıçta yoğun bir Fransızca dil bilgisi verilecek, sonra da eğitim yavaş yavaş Türkçeden Fransızcaya kaydırılacaktı.
Makinist, şoför, elektrikçi, sinemacı, otelci, rehber vs. . yetiştirilecekti.
Amaç,
çocukların yabancı okullara gitmemesi idi.!
1-20 Mayıs 1925'te Konya'da toplanan Maarif Müfettişleri Kongresi'nin gündeminde de, Bakanlıkta bir “Köy Mektebi Dairesi”nin kurulması istendi, böylece köylüyü köyden ayırmayacak, üretimden ayırmadan çağdaşlaştıracak bir okul istiyorlardı.
Bu arada Maarif Vekâleti’nin daveti üzerine Türkiye'ye gelip gayet önemli bir rapor veren John Dewey, köy okullarına öğretmen yetiştirecek çeşitli tipte öğretmen okulları kurulmasını öneriyordu.
1926 yılında çıkan Maarif Teşkilâtı Kanunu’nda, İlk Öğretmen Okullarının yanı sıra bir de “Köy Muallim Mektepleri” kabul edilmişti.
1927-28 öğretim yılında da Kayseri-Zencidere’de bir Köy Muallim Mektebi kuruluyor, Denizli Erkek Öğretmen Okulu da bu amaç için düzenleniyordu.
Diğer öğretmen okulları beş yıl iken, bu okullar üç yıllıktı.
Buradan mezun olanlara köyde, okulun yanında bir ev ve bahçelik verilecekti.
Öğrenciyi köy hayatına hazırlamak için, Köy Enstitülerinde olduğu gibi, yan kuruluşları da vardı.
Bu okullar için köy öğretmeni yetiştirmeye yönelik bir program hazırlanmıştı.
Alfabe
Türk dili için Arap harflerinin yetersizliğine ve ıslah edilmesi gerektiğine ilk işaret edenler 1862-1863'lerde Münif Efendi (Paşa) ve Azerbaycanlı Ahundzâde Feth-Ali'dir.
1927’deki ilk sayıma göre nüfusun 13 milyon 648 bin 270 kişi olduğu açıklandı. Bu nüfusun kadınların %4’ü, erkeklerin ise ancak %17’si okuma-yazma biliyordu.
Okuma-Yazma bilen bu %10'un büyük bir kısmı, zaten yabancı okullarda öğrendiği Arap harfleri yanı sıra, Latin harfleri ile de okur-yazardı.
1928 yılında TBMM de, Türkiye'de artık uluslararası rakamların kullanılması yasasını çıkarıyordu.
Böylece yazının önemli bir kısmını oluşturan rakamların Lâtinceleştirilmesi, yazı inkılâbının önemli adımlarından biri oldu.
Bu alfabe değişiminin asıl amacı, I. Dünya Savaşı ile ortaya çıkan sanayi ve bilimdeki gelişmelerin takibi ve ilerlemesine olanak sağlayacak her türlü bilgiye kolay ve doğrudan erişmeyi amaçlamaktı.
Zaten okuma-yazma bilmeyen halk tabakası da bu ilerlemeden yeni alfabe ile okuma-yazma öğrenerek kendine düşen payı alacaktı.
Medreseler bu ülkede millî menfaat, millî duygu ve milli bilince daima yabancı kalmışlar ve ülkenin yabancı okullarla dolmasına zaten engel olamamışlardı.
Eğitim seferberliği yapılacak ise, batı ile aramızdaki fark giderilmeliydi.
Fulbright
anlaşması
Yine de Atatürk döneminde kontrol altına alınan eğitim, onun ölümünden sonra birçok sahada olduğu gibi en can alıcı saha olan eğitimde de sekteye uğratılmış ve bu anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşma sonrası gelişmeler sistemli ve programlı bir şekilde sürmüştür. 1965 yılında 625 sayılı yasa ile yabancı okulların bina kapasitelerini arttırma, 3236 sayılı yasa ile de öğrenci mevcutlarını arttırmalarına izin verilmiştir.
Atatürk döneminde yabancı okullarda müfredat ve içerik MEB onayına tabii iken, 27.12.1947 yılında ABD ile imzalanan Fulbright anlaşması gereği bu uygulamadan dönülmüştür.
Bkz: http://www.servetbasol.com/Articles/YakinTarih.pdf
Bu
anlaşmadan sonra Türkiye genelinde toplamda 10 adet kurs merkezi açılarak
başlanan dini eğitim, 2012 itibariyle imam hatip ortaokulu sayısı 1135’e, imam
hatip lisesi sayısı da 705’e; ulaşmıştır. Şu an itibariyle de ülkemizde 86 İlahiyat
Fakültesi ve sayılamayacak kadar Kuran Telaffuz kursları mevcuttur.
20130626