Matrakçı Nasuh Paris Konferansı
1756’da Venedik’te basılan“Slav Şarkıları” isimli
kitabın yazarı Andrija Kacic-Miosic
“Bu şarkıları
herkes beğenmeyebilir; çünkü hepsi birbirine benzer, hepsinde aynı sözler
vardır; kahraman, şövalye, atlı, kürek mahkumu, kılıç, pala, mızrak Kraljevic,
Kobilic, Zdrinovic, boyunluk, madalyon, kararname, uçurulan kelleler, kaçırılan
esirler vb. Onları beğenenler bu şarkıları söylesin, beğenmeyenler uyusun”
der.
Uzun yüzyıllar boyunca bizim coğrafyamızdaki insanlar
ya şarkı söylediler, ya uyudular, ya da büyük bir rehavet içinde yaşadılar. Bu
rehavet içinde, gelişen ve büyüyen dünyayı anlayamadık, çevremizde neler
oluyor, doğrusu bizi çok da ilgilendirmedi. Böylesi bir rahatlık duygusu
çevresi ile ilgilenmeyenlerin, yapacak çok da bir şeyleri olmayanların
sığınağıdır. Rehavet bizi çevremizde gelişen olaylardan soyutlar, insanlığın
ilerlemesi, çağın gerekleri bizi ilgilendirmez. Dünya ile ilgimiz alakamız kaybolur,
içimize dönük bir yaşantı bizi sarar sarmalar. Evrensel rekabetin dışında,
kendi dünyamızda yaşar oluruz, günlük olaylar, kısır çekişmeler, dedikodu
yaşantımızı sınırlar. Geçmişe bağlılık duygusu, gelecek yaratma kaygısı yok
olur. Geçmişi ve geleceği düşünmeden günler sıradan bir şekilde geçer, hayat
çekilmez hal alır.
Zaman zaman Halil Cibran’ın bir deyişini hatırlarım:
Bir sene önce komşum bana “elemden gayri bir şey olmadığı için hayattan nefret ediyorum”
demişti. Dün mezarına uğradım! Hayat kabri üzerinde raks ediyordu.
Hayat bütün hızı ile devam etmektedir. İster katılın,
ister katılmayın
Toplumların varoluşlarının ve güven içinde
yaşamalarının vazgeçilmez kaynağı geçmişleridir. Sağlam kurulmuş, yalnızca
efsane ve hikâyelerle değil, elle tutulur, gözle görülür birikimlerle oluşmuş
bir geçmiş insanlara ve toplumlara gelecekleri için güven verir, onları başarı
için diri tutar.
Batı toplumu bu işi büyük ölçüde başarmıştır. XVII.
yüzyıldan başlayarak kendi kökenlerini ve kültürel birikimini evrensel ölçeğe
taşımış ve tüm dünyanın kültürel birikiminin bu kökene dayalı olarak oluştuğu bilincini
yaygınlaştırmıştır. Günümüzde nerede ise Batı kültürünün oluşturduğu hemen her
şey tartışılmaz şekilde kabul edilmekte ve diğer kültür birikimleri ve onların
insan yaşantısına katkıları görmezden gelinmektedir.
Bugün sizlere bizim kültürümüzün bir örneğinden, ne
yazık ki akademik çevreler dışında çok az insanın tanıdığı bir kişiden ve onun
geçmişten bize seslenen birikimlerinden bahsedeceğim.
Nasuh bin Karagöz bin Abdullah el
Bosnavî (Visokovî)
Nasuh bin Silahi veya yaygın adı ile
Matrakçı Nasuh
Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli eğitim kurumu olan
Enderun’da eğitim alan Nasuh el-Silahi, 1517 yılında, Yavuz Sultan Selim (1512-1520)
döneminde, genç yaşında yazdığı bir matematik kitabı ile ilgi çeker: Cemal el
Küttab (iyi yazılar) ve Kemal el Hüssâb (olgun/güzel hesaplar) .
Daha sonra bu kitabını geliştirerek 1533 tarihinde
Umdet el-Hisab (Hesap prensipleri) adıyla bir kere daha yayımlayacaktır.
Anlaşılan iyi bir matematik eğitimi almış olup, güçlü bir matematikçidir. Eğer
çizdiği şehir görüntülerini gerçekçi bir gözle değerlendirirsek, onun yalnızca
bir matematikçi değil, gerçekte iyi bir geometri, onun da ötesinde topoğrafya
üstadı olduğunu anlarız.
Matrakçı Nasuh’un İstanbul Planın’daki toplam yüzbir
yapıdan seksen dördünün plankote ile karşılaştırması sonrası elde edilen sonuç
hayret vericidir. % 83.1.
Nasuh el-Silahi aynı zamanda büyük bir savaş ustası,
devrinde adı saygı ile anılan bir silahşördür. Silahşörlüğü ait Tuhfet el-Guzat
isimli bir kitap yazar. Mısır’ın 1517’de fethedilmesi sonrası bir dönem orada
kalır ve silahşörlüğü ile meşhur olur. Dönemin Mısır valisi Hayr Bey kendisine
bu başarısı nedeniyle bir takdirname verir.
Matrak, genellikle şimşir ağacından yapılır,
cilalanır; lobut biçiminde ancak biraz daha büyük ve ağırdır. Bir ucunda,
üzerine deri sarılmış yuvarlak bir topuz bulunur. Rakipler ellerine birer
matrak alarak meydana çıkarlar ve oyun başlar. Bu karşılaşmada amaç, lobutun
ucunun rakibin kafasına değdirilmesidir. Karşı tarafın darbelerinden ustaca
sıyrılmakta maharet sayılır. Minyatürlerdeki görüntüler bu oyunun bir nevi
eskrimi andırdığını göstermektedir. Nasuh bin Silahi bu oyunu kurguladığı
ve çeşitli varyasyonlarını geliştirdiği
için Matrakçı adı ile anılır olur. Yaklaşık yüzyıl sonra ünlü gezgin Evliya
Çelebi, matrak oyununun padişah IV. Murad tarafından sık sık oynandığını, fakat
padişahın bu oyunun yetmiş türünü bildiğini, aslında oyunun yüz altmış
varyasyonu olduğunu yazar.
Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları Mustafa, Mehmed ve
Selim’in 21 Haziran 1529 tarihinde, At meydanı’nda (Sultanahmed Meydanı) yapılan
sünnet düğünü şenlikleri sırasında kağıt ve kartondan yapılan iki taşınır kalenin
beşer kulesi ve dörder kapısı bulunmaktadır. Duvarları nakışlarla süslenmiş,
içlerine top ve tüfek yerleştirilmiş, her birine yüz yirmişer askerin girdiği
bu kaleler karşılıklı olarak birbiri üzerine yürürler. Kalelerin içinde bulunan
askerler, türlü harp oyunları oynarlar. Bu gösteri ve özellikle bu arada
yaptığı matrak oyunu büyük ilgi çeker ve kendisi padişah tarafından bir beratla
ödüllendirilir.
Matrakçı Nasuh’un, günümüze ulaşan büyük eseri Kanuni
Sultan Süleyman’ın (1520-1566) 1537 tarihli Irak Seferi sırasında geçtiği şehir
ve kasabaları günümüze taşıyan albümüdür.Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i
Sultan Süleyman Han isimli bu albüm 218 sahife olup, 118 minyatür içermektedir.
Tümü Matrakçı Nasuh tarafından çizilen bu minyatürlerde İstanbul’dan başlayarak
Irak’a kadar ordunun konakladığı pek çok şehrin planını ve önemli yapılarını görürüz.
Bu albümde yer alan 1537 tarihli İstanbul planı, gerek şehrin topoğrafyası
hakkındaki bilgiler, gerekse şehrin bazıları günümüze kadar ulaşan önemli
yapılarını belirtmesi açısından mimarlar, arkeologlar, sanat tarihçileri ve
şehirciler tarafından güvenle kullanılmaktadır.
İstanbul’dan Doğu’ya doğru yapılan bir seferdeki
şehirleri içeren bu albümden sonra hazırladığı, bir diğer minyatürlü eser ise
Tarih-i Feth-i Sikloş ve Estergom ve İstunibelgrad (Szekesfehervar) isimli 146
sahife ve 32 minyatürden oluşun, 1542-1543 yılarında hazırladığı bir diğer
albümüdür. Bu albümde Nis, Tulon, Marsilya, Reggio, Antibes, ve Cenova
şehirlerinin görüntüleri bulunmaktadır.
Matrakçı Nasuh tarafından hazırlanan bir diğer yazma
eser ise Tarih-i Sultan Bayezıd isimli kitaptır. Sultan II. Bayezıd (1481-1512) ve Yavuz
Sultan Selim (1512-1520) dönemlerinde yapılan seferlerle ilgili olan bu yazma
eserde, Kili, Akkerman, İnebahtı, Moton ve Gülek kale ve şehirleri ayrıntılı
olarak çizilmiştir.
Sistemli çalışan, çalışkan bir insan olan Matrakçı
Nasuh, aynı zamanda iyi hattat olup, kitaplarını kendi yazısı ile süsler. Celi
Divani denilen yazı türünü onun geliştirdiği söylenir.
Aynı zamanda iyi bir tarihçi olan yazar, 1520
tarihinde Taberi’nin meşhur eseri Taberi Tarihi’ni Arapça aslından Türkçeye
tercüme etmeye başlar. İnsanlığın var oluşundan 951 tarihine kadar geçen
olayları ele alan bu kitabı geliştirerek 951 yılından 1551 yılına kadar geçen
olayları da bu kitaba ekler.
28 Nisan 1564 tarihinde muhtemelen 70 yaş dolaylarında
vefat eden Matrakçı Nasuh’un geçtiğimiz yıl dört yüz ellinci ölüm yıl dönümüydü.
Unesco tarafından anma yılı olarak ilan edilen 2014 içinde pek çok etkinlik ile
anılan bu unutulmuş XVI. Yüzyılın pek de farkında olmadığımız bu dâhisini bir
kez daha rahmetle analım.
Farklı kültürlerde, Leonardo Vinci, Michelangelo ve
benzeri pek çok kişi gibi evrensel kültüre hizmet veren değerler yetiştirmiştir.
Ama ne yazık ki, bizler yüzyıllardır sahip olduğumuz bu değerleri ve kültürel birikimin
pek farkında değilizdir. İnsanlığın büyük bir kesiminin farkına varamadığı,
ilgi duymadığı değerleri, kültürel birikimleri nasıl olup da geleceğe
taşıyacağımız merak etmemiz gerekiyor.
Matrakçı Nasuh
gibi insanları tanımamız ve onların bizlere bıraktıkları birikimleri değerlendirerek
geleceğe daha güçlü bir şekilde taşımamız gerekir. Hiç unutmamamız gerekir ki
yaşadığı çağının ötesine hitap eden insanlar kolay yetişmez, bu çabayı yalnızca
onların gücü ile değil, toplumsal çaba ve onlara destek olarak sağlamamız
gerekir. İnanıyorum ki, tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de, farklı kültürlerin
evrensel boyutta sanatçı ve kültür insanı yetiştirme gücü var. Yeter ki biz
onlara destek olalım ve önlerini açalım.
Zaman zaman düşünürüm, Matrakçı Nasuh, ömür boyu süren
yoğun bir çalışma sonucu geçmişin şehirlerinin bu önemli görüntülerini o günkü
şartlar içinde çizerken, acaba gelecekte onları seyredenleri düşünüp, bu
çizimlerin değerlendirileceğini düşünmüş müdür?
Bence bu sorunun cevabı evettir. Matrakçı Nasuh’un bu
konuda bir beyanı yok ama; Mimar Sinan vakfiyesinin son satırlarında yer alan “Gelecekte çalışmalarımı görecek kişilerin,
çabamın ciddiyetini göz önünü alarak beni hayırlı dualarla anacakları umarım.
İnşallah” sözleri bu insanlar ne yaptıklarının ve çağlar ötesine seslendiklerinin
farkında olduklarını göstermektedir.
Gerçek arzuları da budur, onları var olduğumuz
müddetçe unutmayalım.
Bu sergide Matrakçı Nasuh’un çalışmalarından esinlenen
bir grup modern eser göreceksiniz. Bundan böyle Matrakçı Nasuh’dan esinlenen
ancak günümüz şehirlerini ve onların hikayelerini anlatan çalışmalarda buluşmak
üzere...
Konuşmamızı
Matrakçı Nasuh’un bir şiiri ile bitirmek isterim.
Dünya
bir misafirhanedir ve insan yolcu;
Ey
gönül, sakın bu misafirhanede çok fazla kalmaya niyetlenme!
Saygılarımla,
Dr. M. Sinan Genim
Paris 27 Ekim 2016