Görünmeyenler
Devletin Hava Trafik Sistemine bakışı;
“ATM’deki sıkıntıyı aslında kimse tam görmüyor:
Bundan 20-30 yıl önce ATM’den ciddi şikayet var
mıydı? Yoktu!
Uçuş ücretleri çok pahalıydı. Çünkü uçak pahalı, teknoloji pahalı, uçaklar
konforlu, geniş koltuklar, limitsiz bagaj, limitsiz içki, yediğin önünde,
yemediğin çöpte, hiçbir tasa duymadan gidiyordun!
Hava alanları pırıl pırıl, yerler mermer, her
saat başı parlatılır. Dükkanlar pırıl pırıl, restoranlar konforlu, banklar elinin altında vs.
Uçak yolcusu belli bir zümreydi! Bu zümrenin talebi belliydi, kapasite
belliydi…
Ne zaman ki Avrupa devletleri isçi-memur kitlesinin uçak yolu ile uzak
beldelerde tatil yapmasına karar verdi, uçak yolcusunun tabanı genişledi...
Talep yükseldi, kalite beklentisi düşmeye başladı...
(1975 sonrası başladı, 90’larda tavan yaptı, son 10 yılda sıkıntı haline
geldi)
Artik herkes her yere uçmak istiyor. Uçak ucuzladı, çünkü teknoloji
ucuzladı, sürüm arttı. Uçak şirketlerinin işi kolaylaştı, uçaklar tam doluyor
hiç zarar etmiyor. Fiyatlar dikey inişe geçti. Belli bir noktada rekabet ve
yolcu zümrenin lüks talebi olmaması sonucu uçakta yemekleri bile kaldırdılar.
Fiyatlar aşağıya indikçe indi...
Fakat servis sektörü fiyatları tam tersine enflasyonla orantılı sürekli
artış halinde! Hava alanı işletimi ucuzlamıyor, ATM ucuzlamıyor vs.
Bu durumda iki uç arasında gerilim artıyor...
Uçak şirketi diyor ki ben 100 euro’ya bilet
satıyorum! Yolcu ödüyor 165 Euro! Nasıl olur? Gerçekten böyle. 100 Euro ya
bilet aldığında bir 65 Euro’da alan vergisi, ücret’ler vs ödüyorsun... 65 Euro
direkt devletlerin kasasına gidiyor... Ayni benzin gibi, 2 €’ya alıyorsun 1€’dan fazlası direk devletin cebine... Üstelik bir de kapasite
artışı baskısı var. Uçak şirketleri piyasa büyük, talep çok, kapasiteyi
arttırın ben 2 -3 misli insan taşıyayım, çok kar edeyim diyor, devletlerin
umuru değil çünkü 2 misli insan için 2 misli hava alanı lazım. Her bir hava
alanı 10 milyar dolar falan…
Ne diye cepten harcasın? Tıkır tıkır
vergisini alıyor…
Çevreciler de bastırıyor, bir uçak atmosferi şu kadar kirletiyor bla-bla-bla…
Şimdi Yol Ücretleri’ne yeni bir sistem getiriyoruz, Salınım ücreti (emission charge)…
Bir uçak tam yolcu ile kalkarsa bu cevre vergisini en az ödeyecek. Az yolcu
ile kalkarsa katlanarak artıyor… Bu nasıl geldi? Eurocontrol
mu icad etti?
Bugün çoğu büyük Avrupa devleti parlamentosunda yeşiller de söz sahibi...
Onların diretmesi… Onlar, ayni zamanda trafik yollarının çoğaltılmasını
istemiyor. Askerler de istemiyor!!! Hadi buyrun...
Hangi sivil sektör, askere, Nato’ya, yeşillere,
solculara, sendikalara vs rağmen hava yolu şirketleri daha çok kazansın, ama
vergi ödeyenlerin yükü artsın (hava alanı ve ATM kurulacak) diye kapasite
artısı projesini ciddiye alabilir ki?”
Devletin İşletme Bakışı
“Türkiye'de uçaklara uygulanan ekonomik politika sebebiyle uçaklar
Türkiye’ye inmek yerine Ukrayna, Yunanistan ve adaları, Ermenistan,
Bulgaristan, Kıbrıs Rum Kesimi’ni tercih ediyorlar.
Peki bu trafikler neden
ülkemizi bir ikmal noktası olarak görmüyor?
Çünkü Türkiye'de havalimanlarındaki ücret politikaları o uçakların
Türkiye'ye gelmesini engelliyor.
Bu alanda hizmet sunumu gelişmiş ülkelerde uçaklar toplam kalkış
ağırlıklarına göre ayrılmış ve kabul edilir fiyat tarifeleri konmuş. Uçaklar,
0-1500Kg, 1500-2500Kg- 2500-3500kg, 3500-6000Kg gibi kategorilere ve aynı
zamanda ticari ya da genel havacılık diye sınıflara ayrılmış. 6000kg üzerindeki
uçaklar ise havayolları olarak değerlendirilmiş. Ülkemizde ise toplam kalkış
ağırlığı limitleri direkt olarak 6000kg altı ve üstü olarak değerlendiriliyor.
Böyle olunca Türkiye'deki fiyatlar diğer ülkelerdekilere oranla 3-4 kat fazla
çıkıyor.
Örneğin, Yunanistan’a inen 2500-3500kg arası bir uçak bir gece konaklama
karşılığında ground handling
(yer hizmetleri) firmasına sadece 85 Euro gibi bir ücret ödüyor. Bu rakam
Ukrayna’da 220 Euro, Bulgaristan’da 180 Euro, Avrupa’nın birçok ülkesinde ise
sadece 50 Euro civarında iken bizde ne kadar biliyor musunuz?
DHMİ'nin konma-konaklama ve yer
hizmetleri şirketlerinin gümrükleme, apron içi
transfer vs gibi hizmetleri (nedense bu hizmetleri almak zorundalar) karşılığında
tam 600 euro!
Hiçbir hizmet almadığını varsayalım. Bir uçak sadece Türkiye'ye inse ve
yakıt alıp devam etmek istese ödeyeceği rakamlar yine 400 euro
civarında oluyor. Bu fiyatlar Yunanistan’da sadece 15 Euro, Ukrayna’da 150
Euro, Avrupa ülkelerinde ise ortalama 30 Euro civarında!
Bir uçağınız var ve Ankara Esenboğa Havalimanı'na indiniz. Uçağın tipine,
kalkış ağırlığına bakılmadan örneğin pilotlar uçaktan indi ve terminalin
tuvaletini kullandı. Ne kadar ödüyorlar biliyor musunuz? Tam 106 Euro! Yani bir
tuvaletin bedeli 300 TL civarında!
Bu şartlarda yabancı tescilli bir uçak Türkiye'ye iner mi?
Bir
Tuvalet 106 Euro Olursa Kim Gelir?
Bizim Eğitime Bakışımız
“Televizyon izlerken birilerine bakıp da, “bu adam bu sığlıkla nasıl
buralara kadar gelebilmiş” diye düşündüğünüz oldu mu hiç?
Ya da işyerinizde sizinle aynı veya daha üst aşamada bir görevde olan
bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı?..
Onlara bakıp, “bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?” diye iç
geçirdiniz mi?
Justin Kruger
ve David Dunning, bu hissi
çok yaşamış olacak ki, bu iki psikiyatri uzmanı 12 yıl kadar önce bir teori
ortaya attı:
“Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı.
Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu
bulgulara ulaşıldı:
·
Niteliksiz insanlar, ne ölçüde niteliksiz
olduklarını fark edemezler.
·
Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma
eğilimindedir.
·
Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli
insanların niteliklerini görüp anlamaktan da âcizdirler.
·
Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle
artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya
başlarlar.
Bitmedi…
Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik
“nasıl geçti?” sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi…
Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri”
müthişti!
Onların, “testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini” düşündükleri; hattâ “iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya
bile ulaşabileceklerine inandıkları” ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en
alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini
düşünüyorlardı.
Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:
“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve
yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere
talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine, her şeyin hakkı olduğunu
düşünür!
Ancak, bu 'cahillik ve haddini bilmeme' karışımı, meslekî açıdan müthiş bir
itici güç oluşturur.
'Eksiler', kariyer açısından 'artıya' dönüşür. Sonuçta, 'kifayetsiz muhterisler'
her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler.
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında 'fazla
alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip
olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler…
Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler…
Muhtemelen üstleri tarafından da 'ihtiras eksikliği' ile suçlanırlar…”
Bilinmeyen bir başka bakış açısı
“Kötü bir olay, bir kaza olduğunda her toplumun güvenlik bilinci sınanır.
Kötü bir olayın tekrarlanmaması birincil derecede önemlidir. Kazanın
tekrarlamaması için kaza nedeninin ne olduğu öncelikle belirlenmeli ve ilgili
önlemler ivedilikle harekete geçirilmeli.
Olayın ilgi çekecek sansasyon yapacak yönleri öne
çıkartılmamalı. Nelerin bu kötü olaya yol açtığı üzerinde kafa yorulmalı. Bu
aşamada toplumun dikkati nedenlerin belirlenmesinin önemine yönlendirilmeli.
Olumsuz olayın nedenleri ortaya çıkmadan ilgili sorumluluklar üzerine yorum
yapılmamalı. İlgili sorumluluklar soyut olarak belirlenmeden kafadan atarak
yapılan tahminlerle sorumlu kişiler ya da kuruluşlar ilan edilmemeli.
Eğer amaç kötü bir olayın tekrarının engellenmesi ise yalnızca 'tetiği
çeken' değil, tetiğin hangi koşullarda çekildiği, çevre güvenliğini sağlamanın
ya da riskleri göze almanın başka kimlerin sorumluluğunda olduğu da
irdelenmeli...
Kıssadan hisse, çizgiler çizip o çizgilerde durmayı bilen bir toplum
olmalıyız.”
Ali Rıza SARAL (http://largesystems-atc.blogspot.com.tr/)
Tüm bu yazarlara yazılarımda yer vermiştim.
Son yazım “Status Quo”
ile de aynı yolu denemiş ve örneklerle “Neredeyiz?” sorusuna bir yanıt
aramıştım.
Can Erel,
çok güzel bir soru sormuş;
Malum;
... havacılık
öğretim programlarına sahip 45+1 yükseköğretim ve 13 ortaöğretim kurumumuz,
... "Uçak, Havacılık ve Uzay
Mühendislikleri" programına sahip 7+1 yükseköğretim kurumumuzda bu alanda
yıllık 506 öğrenci kontenjanımız,
Rasathanelerimiz, uzay teknolojileri
araştırma enstitülerimiz ve merkezlerimiz, yanında..
uzayı faaliyet odağına koyan onca kurum ve
kuruluşumuz var...
... İnsanoğlunun uzaydaki ilk
yürüyüşünün 50'inci yıldönümü konusunda, herhangi bir etkinlik var ise paylaşır
mısınız?
Ders almayı bilenler, tarihten de, dünden de ders
alırlar. Alamayanlar için ne desen boş.
Önemli olan düşünebilmek!
Ne yazık ki herkes “düşünemiyor”.
There is nothing either
good or bad
but thinking makes it so.!
William Shakespeare
Sevgiler
20150323