Samina Ali
University of Nevada - TEDx
Ben sizi Suudi
Arabistan'ın 1400 yıl önceki, Medine kentine geri götüreceğim.
Peygamber Efendimizin,
kentteki kadınlara saldırı ve taciz edilmelerine bir çözüm bulma görevinin
verildiği zamana.
Durum şuydu;
Tam olarak, modern
rahatlığa erişimden uzun süreler önce, 680 yıllarına.
Bir kadın gecenin
ortasında tuvalete gitmek için uyandığında dışarı çıkıp, mahallenin içinden
geçmek ve mahremiyeti için bulunduğu ortamın da dışına, doğaya çıkmalıydı.
İster inanın ister
inanmayın, karanlıkta gizlenmiş kimlikleri ile bir grup insan, kadının bu
çıkışını fırsat bilip, şehrin eteklerinde gece vakti dolanmaya başladı.
Eğer geçen kadın üzerine
ceket gibi bir giysi olan “jilbab” var ise, adam onu yalnız bırakması
gerektiğini biliyordu.
Yüzyıllar öncesine bir
jilbab, Burberry veya Channel gibi bir sınıf simgesi idi.
Kadının özgür olduğunu
ve özgür bir kadının klanı tarafından korunduğunu ifade ediyordu.
Saldırganı suçlamak ve
onu tespit etmekte hiçbir problem yaşamayacak demekti.
Ama gece dışarıda yürüyen
bir kadın ceket (jilbab) giymiyor ve biraz daha rahat giyinmişse, adam onun köle
olduğunu anlıyor ve ona saldırıyordu.
Topluluğun endişeli
üyeleri durumu Peygamber'e getirdiler ve Muhammed, Peygamberliği döneminde
karşılaştığı diğer toplumsal, politik ve ailevi meseleler gibi bu konuyu da Tanrı'ya
iletti ve Müslümanların kutsal kitabı Kuran için bir ayet indi.
Der ki; "Ey
Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, örtülerini
üzerlerine alsınlar. Tanınmamaları ve taciz edilmemeleri için bu daha uygundur."
Kısacası ayette, bütün
kadınların benzer giyinerek birbirlerinden ayrıştırılmadan, saldırıların önleneceğin
önerilmektedir.
Şimdi yer yüzeyinde, bu
sorun nispeten kolay bir çözüm gibi görünebilir, ancak öyle olmadığı ortaya
çıkıyor.
İlk Müslüman topluluklar
kabile idi ve sosyal statü derin bir şekilde yerleşmişti ve bir kölenin özgür
bir kadına benzemesi fikri neredeyse hakaret sayılmaktaydı.
Ve tabii bir de işin
pratiği vardı. Köle işini nasıl yapacaktı?
Vücut hareketleri ceket
ile sınırlanmış iken işini nasıl yapacaktı?
Nasıl yemek pişirir,
temizler, su getirir idi?
Sonunda, ilk Müslüman
bilim adamları, bir kadının giyinme biçiminin iki hususa dayanması gerektiğine
hükmetti:
Bir; kadının toplumdaki
işlevi, rolü, yani işinin ne olduğu;
ve toplumun özel
gelenekleri.
Veya başka bir deyişle:
Roma'da olduğunda ne yapmalıydı?
Müslümanlar tarihi
kararları modern çağa uygulamaktan hoşlanıyorlar.
O halde biz de bunu
yapalım.
“Bir kadının giyinme tarzı, geleneğe ve işleve dayalı
olmalıdır.”
Bu, bugün Amerika'da
yaşayan, benim gibi bir Müslüman kadın için ne anlama geliyor?
Birincisi, bunun anlamı
benim bir işlevim var, toplumda bir rolüm, yapabileceğim bir katkı.
İkincisi, bu katkıyı
yaparken ve örtünmenin bir gelenek haline gelmediği bir toplumda gelenekteki
gibi giyinirim demektir; bir elbise, bir çift kot pantolon hatta yoga pantolonu,
ama gerçekte ben örtünüyorsam, bu sadece kabul edilebilir değil, zorunluluktur
ve bu bir tacize neden olabilir.
Ama bekleyin, bu doğru
olabilir mi?
Sonuçta, hepimiz bir
Müslüman kadının örtünmesinin ve örtünmenin inancı gereği olduğunu varsayarak
buraya gelmedik mi?
Fark ettik ya da fark
etmemize rağmen, hepimizin kullandığı bir Arapça terim olan Müslüman kadın
örtüsüyle ilişkilendirdiğimiz bir etiket bile var: "Hicab".
Bu yüzden belki de ben
atladım.
Belki bir kadının
örtünmesi şartının Kuran'ın farklı bölümlerinde olmasındandır.
Bilmeyenler için
Kur'an-ı Kerim, 114 bölümden oluşur; her bölüm, şiir gibi ayetlerle
yazılmıştır. Kuran'da 6000'den fazla ayet vardır.
6000 artı ayet
arasından sadece üçü, kadınların nasıl giyinecekleri hakkındadır.
İlki, daha önce size anlattığım
ayettir.
İkincisi, Peygamber
efendimizin eşlerine doğrudan hitap eden, toplumdaki işlevleri, kendi rolleri
nedeniyle biraz daha mütevazı kıyafetler giymelerini isteyen bir ayettir.
Ve üçüncü ayet, ilk gönderilen
ayete, tarihsel bir duruma doğrudan yanıt olarak gönderilmiş bir açıklamaya benzer.
Erken kayıtlar, İslam öncesi dönemdeki modanın,
kadınların başındaki bir örtünün (khimar) kulaklarının arkasına sıkıştırarak
arkaya doğru akmasına izin verilen bir şekilde olduğunu gösteriyor.
Önlerinde ise, sıkı bir
yelek veya sırtı saran ama göğüsleri meydanda bırakan, Game of Thrones oyunu'ndaki
gibi ortaya koyuyordu.
İslam Arap Yarımadası
boyunca yayılırken kadınların göğüslerini örtmeleri için eşarp veya diğer
giysilerini kullanmasını isteyen bir ayet gönderildi.
Hepsi bu.
Temel olarak Kuran'da bir kadının nasıl giyinmesi
gerektiği konusunda her şey var.
Görünüşe göre Tanrı,
bir kadının bedenindeki tüm parçaların bakış açısından gizlenmesini istediği özel
bir nokta da yok.
Aslında tartışılabilir
ve birçok Müslüman akademisyen tarafından tartışılmakta olan bu ayetlerin kendi
özel kültür ve zamanın ilerlemesine karşı kasıtlı olarak belirsizlik iddia
ederek, bir kadının kendisine nasıl kıyafet seçebileceğini yeterince
vurgulamıyorum…
Ve o dönem
"hicab", tahmin et ne oldu?
Bu üç ayetin hiçbirinde
yer almaz.
Aslında, Kuran'ın
hiçbir yerinde doğrudan bir kadının örtünüşü ifade edilmez.
Bu kelimenin Kuran'da
görünmediğini söylemiyorum, çünkü vardır.
Fakat, doğru şekilde,
bir bariyer ya da bölüm anlamında kullanılır.!
İnsanlarla tanrı
arasındaki veya inananlar ile inkarcılar arasındaki bariyer veya bölünme gibi.
Veya Muhammed'in
zamanında eşleri ile konuşurken geride kalmasını isteyen bir fiziksel paravan gibi
bir ayraç anlamında.
Ya da sekülarum
(inziva), Mary'nin İsa'yı doğururken aradığı özgünlük anlamında.
Bu "hicab";
ayrılık ve inziva anlamındadır,
bu "hicab";
fiziksel paravan anlamına gelir,
bu "hicab";
bölme, bölüm anlamına gelir.
“Hicab” bir kadının
örtüsü anlamına gelmez.
Ve yine de, Müslüman
bir kadını düşündüğümüzde aslında ne anlama geldiğini bildiğimiz paravan,
ayrılma, yasaklanma ve ayrıştırılma terimlerinin aklımıza gelmesi garip değil
mi?
Neden geliyor? Hepimiz,
bazı Müslüman kadınlara, dünyada nasıl muamele edildiğini gördük; okula
gitmekten hoşlanırsa kafasına vurulur; bir araba kullanmaya kalkarsa, hapse
atılır; kendi ülkesinde yaşarken birey sayılmak için uğraşırsa, siyasi protestolara
katılmaya teşebbüs ederse, toplumsal saldırıya uğrar.
Kentin dış
mahallelerinde karanlıkta saklanmayı unutun, bazı erkekler artık bir kadına
kaldırımda saldırsa, dünya görsün diyecek kadar rahat hissediyorlar ve
kimliklerini bile gizlemiyorlar.
Uluslararası haber olmakla
daha fazla ilgileniyorlar, videolar hazırlayıp YouTube'a yüklemekle meşguller ve
bu yaptıklarıyla övünüyorlar.
Neden suçlarını
gizlemek istemiyorlar, hiç bir suç işlemiş gibi hissetmiyorlar?
Çünkü suçları işleyen
bu kadınlar.!
Bu komik fikirlere
inanalar, aslında onları evden dışarı çıkaran, onları topluma katan, katkıda
bulunabileceklerine inanan, işte bu kadınlar ve hepimiz biliyoruz ki, onurlu
kadınlar evde kalır; saygın kadınlar, etrafta görünmez.!
Tıpkı onurlu kadınların
Peygamber'imizin döneminde yaptıkları geleneksel davranışlar gibi.
Bu doğru mu?
1400 yıl, feminizmden çok önceydi.
Kadınlar, kapıların
arkasında kilitlendi, perdelerin ardına kapatıldı mı?
Peygamber'in ilk
eşinin, bugün bir CEO olarak tanımlayacağımız biri olduğu biliniyor. Başarılı
bir tüccardı, kendi karavanı diğer bütün tüccarların karavanlarının toplamı kadardı.
Esasen başarılı bir
ithalat-ihracat şirketini de yönetmekteydi.
Muhammed'i onun için
çalışmak üzere işe aldığında, dürüstlüğüne hayran kalmış ve sonunda ona evlilik
teklif etmişti.
Kaç kadın bugün bir
erkeğe evlilik önerme konusunda rahat hissedecek emin değilim.
Ya Muhammed'in ikinci
karısı? O da tembel değildi.
Bugün bildiğimiz bir panzer
ya da tanka eşdeğer sayılabilecek bir devenin üzerinde savaşa koştu.
Peki ya diğer kadınlar?
İlk kayıtlar,
kadınların Peygamberimiz tarafından gerçekleşen İslam devrimine dahil olmak
istediklerini göstermektedir.
Bir kadın, emrindeki muharebe
ordusunu savaşa sokup isyanı bastırdığında ünlü bir general olmuştu.
Erkekler ve kadınlar her
ortamda özgürce bulunup alışveriş yaptılar.
Bir kadının kendi
kocasını seçmesi ve evlilik önermesi geleneği vardı.
Ve işler düzgün
gitmediğinde de, boşanma başlatıyordu.
Kadınlar Peygamberin
kendisiyle bile yüksek sesle tartışabiliyorlardı.
Köktendinciler, mevcut
Müslüman toplumu MS 680 yılına geri getirmek istiyorsa bu, ileriye doğru
atılmış büyük bir adım olabilir. Gelişim.!
Yine de önemli bir soruyu cevaplamalıyız.
İslam tarihinden gelmiyor,
Kuran'da da yok iken, modern çağda Müslüman kadınları “hijab” ile kim nasıl ilişkilendirdi?
Toplumdan uzaklaştırılarak,
yalnız ve izole edilerek, en temel insan haklarından nasıl yasaklandı?
Umarım bu bir kaza sonucu
olmadı demem sizi şaşırtmaz.
Son birkaç on yılda,
Kur'an'ı çeşitli Müslüman cemaatlerde, çok önemli okuma ve anlatma görevini
yerine getiren bazı insanlar, bazı din adamları, kadınlarla ilgili bu üç ayet
içerisine belirli bazı anlamları soktular.
Örneğin o ayette; "Ey
Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, örtülerini
üzerlerine alsınlar. Tanınmamaları ve taciz edilmemeleri için bu daha uygundur."
Bazı din adamları,
hepsi değil, bir kısım din adamları, bu konuyla ilgili birkaç kelime
eklemişlerdir, böylece Kur’an'ın belirli tercümelerinde şu ayet okunmaktadır:
"Ey Peygamber,
kadınlarınıza, kızlarınıza ve mümin kadınlara söyle (başın ve yüzün tamamı, boynu ve göğüslerinden topuklarına kadar,
elbette el bilekleri de dahil) örtülerini üzerlerine alsınlar.”
Bir kadının bedenindeki
her yer bir göz dışında kapalıdır, çünkü o nereye gittiğini görmeli ve elleri
de eldivenle kaplanmalıdır.
Çünkü Suudi Arabistan
çölünde elbette ve kesinlikle çok fazla eldiven vardı.!
Vs. Vs. Vs ve vb., parantezin
sonu; “Tanınmamaları ve taciz edilmemeleri için bu daha uygundur.”
Ve sözde bu din
adamları, bu tür eklemelere dayanarak şu sonuca vardılar ki,
“bir kadının yalnızca bir işlevi vardır”
Bu işlevin ne olduğunu
anlamak için yapmanız gereken tek şey, sözü edilen din adamlarının aslında geliştirip
öne çıkardığı bazı fiili veya yasal kararları (fetva) okumak gerekir. Size bir
örnek vereyim.
Bir kadının evlenmeden
önce sadece ilkokulu bitirmesi gerekir.
Bu onun 11, 12 yaşında
olgunlaştığı anlamına mı gelmekte?
Bir kadın, kocasına
karşı fiziksel yükümlülüklerini yerine getirmeden Tanrı'ya olan manevi
yükümlülüklerini yerine getiremez.
Eşi bir devenin üstünde
otururken kocası onu arzu ederse, eşi ona uymalıdır.
İslam, bir kadının
sütyen giymesini yasaklar çünkü sütyen göğüsleri yukarı kaldır ve bir kadının
daha genç gözükmesini sağlar ve bu aldatmacaya girer.
(Bu benim kişisel
favorim.!)
Eğer bir erkek başından
ayaklarına kadar kusmuk içerisinde kalsa ve karısı bu kusmuğu yalayarak
temizlese dahi, hala ona olan borcunu ödemiş sayılmaz.
Kadınlar hakkında bu ve
buna benzer diğer birçok kararın getirdiği nokta şudur:
En iyi kadın, en
şerefli kadın, en eğitimsiz ve en güçsüz olanıdır, köleden pek farkı olmayanıdır.
Yani, şikayet etmeden,
sütyen takmadan evde kalanıdır.
Vücudunu yalamasına
rağmen, her kaprisini tatmin etmek için her an hazır ve nazır;
ne zaman çağırırsa; yatağında veya bir deve üzerinde, onu tatmin edecek.
Bu sana Tanrının isteği
gibi mi geliyor?
Bu sana kutsal söz gibi
mi geliyor?
Yoksa garip bir şekilde
erotik ve kadın düşmanı bir fantezi gibi mi geliyor?
Bu sözde din adamları
ve onları destekleyen köktendinciler ve yobazlar, İslam'ı gerçekten içten içe yozlaştırarak,
amaçlanan haline geri getirebiliyorlar mı?
Yoksa bu erkekler,
şehrin eteklerinde karanlıkta duran, bir kadını avlamaya hevesli olanlardan
farklı değiller mi?
Teşekkür ediyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=_J5bDhMP9lQ
Samina Ali is an Indian-American author and activist. Samina serves as
the curator of Muslima: Muslim Women’s Art and Voices, a global, virtual
exhibition for the International Museum of Women (IMOW), now part of Global Fund for Women. She is the co-founder of American
Muslim feminist organization Daughters of Hajar. Her debut novel, Madras on Rainy Days, was awarded the Prix du Premier Roman
Etranger award from France and was a finalist for the PEN/Hemingway
Award. She is a blogger for The Huffington Post and Daily Beast.